Yoğun bir iş gününün ardından evine dönerken duyduğu insan çığlıkları ile elleri direksiyonu biraz daha sıkı kavradı. Hız treninde, kayarak inen insanları görünce, dalgınlığını o an fark etti. Sıkışan trafiğin içinde, hissettiği tükenmişlikle eğlenen insanlara uzun uzun baktı. Bu hız treni insanların yaşam şekline benziyor. Zihnimizde sabit olduğunu sandığımız lineer zamanda kayıp duruyoruz. Ani iniş çıkışlarda yaşanan korkuyla karışık heyecanlar, durağan zamanlarda düştüm düşeceğim kaygısıyla, doğumdan ölüme uzanan yol. Geçmiş ve gelecek ile birlikte seyahat eder sonunda aynı yerde buluruz kendimizi. Her geriye baktığımda yok olduğumu görüyorum. Geçmişteki varlığımı kanıtlamak zor geliyor. Ya gelecek. Gelecek geçmişten de beter. Karanlığa adım atmak korkutucu. Kapatıyorum gözlerimi geçmişi yansıtıyorum önüme ve bildiğim yoldan ilerliyorum. Bir süre sonra bakıyorum ki olduğum yerde debeleniyorum. Anlıyorum ki gelecek, olmayan geçmişi kabul etmiyor. O anda araçlar hareket etmeye başladı. İlerlenen iki araba boyu. Bırak kızım geçmişi geleceği buradasın, tam da bu tıkanıklığın ortasında işte. Onu anladık da olmuyor. Önümü arkamı göremeden olduğum yeri anlayamıyorum. Zihnim koordinatlara alışmış. Önce bunu halletmek lazım. Koordinat; ben ve zamanın kesiştiği nokta. Ben buradayım peki zaman nerede? Zaman trenin altındaki sabit raylar mı? O sabit, hareket eden ben miyim? O sırada hoparlörden telefonun sesi duyuldu. Arayan arkadaşı Esra’ydı. “Tam zamanında aradın be kızım” “Hayırdır?” “Sana bir soru; eğer tren yaşam ise, raylar da zaman mı olur? Yani raylar sabit biz hareketli olabilir miyiz ne dersin?” dedi. “Zaman sabit biz içinden geçiyoruz öyle mi, sence saçma değil mi?” “Peki o halde zaman nerede?”
“Hadi atlıkarınca da ki aslansak? Zaman altımızdaki dairesel platform ise. Lineer değil de daireselse. Hareket eden biz değil, zaman ise?
“ O zaman nasıl kesişebiliriz. Atlıkarınca da geçmiş ve gelecek nerede? Yok. Bu oyuncakta tarih yok.”
“ Duran ben isem eğer hareket eden hayat demektir. Dairesel zamanda insan her anın içinden defalarca geçebilir. Tekrar tekrar aynı yerde olabilir, aynı şeyleri yaşayabilir.”
“ Dairesel zamanın içinde her seferinde aynı an’dan geçiyor olabilirim ama fark olmalı. Beni oluşturan diğerlerinden ayıran bir fark olmalı. Bunun anlamını bulmalıyız.”
“Anlam deneyimlerde. Ben atlıkarıncada çakılı bir aslanım. Zaman kökümün bağlı olduğu zeminde dönüp duruyor. Değişen sahne. Attığım her turda, sahne değişiyor. Hava, canlılar, insanlar, hareket değişiyor. O zaman deneyimim; gördüklerim, anladıklarım, öğrendiklerim değişiyor. Anlam bu olabilir mi? Aynı an’dan yüzlerce kez geçsen bile farklı renkleri görebilmek.”
“O zaman şunu diyebilir miyiz? Yaşadığım yirmi dört saatlik gün atlıkarıncada ki bir turum. Belli ki zil çalana kadar burada döneceğim.”
“Aynen öyle. En iyisi mi bakmayı öğrenmeli.”
“ Hız trenlerini oldum olası sevmemişimdir. En güzeli melodisiyle atlıkarıncalar.”
Gülüştüler.
“Bu arada neredesin kuzum sen? Yakınlardaysan uğrasana”
“İşten yeni çıktım Esra çok yorgunum bir an önce eve gitmek istiyorum. Sohbetinle yol arkadaşı oldun bana teşekkür ederim bu arada iyi ki varsın”
“ Seninle sohbet her zaman ayrı bir keyiftir. Özledim ama bu hafta programını ayarla da görüşelim.”
Telefonu kapattığında trafik çoktan açılmış, eve az mesafesi kalmıştı. Radyo da çıkan şarkıyla keyfi tümden yerine gelmişti. Zaman lineer midir dairesel midir onu bilmem ama bildiğim bir şey varsa o da yarın istifamı vereceğimdir.