Deyyan

Bir süre ara sokaklarda gezindikten sonra, iki katlı eski ahşap bir evin önünde durdular. “Geldik” dedi ablası. Kadın önce ablasına baktı, sonra da karşısında duran eve. Sokaktaki diğer evlere göre eğreti duruyordu. Ablası, zile basarken kafasıyla “Hadi” anlamında işaret etti. O anda bir korku düştü içine. Etrafına bakındı,  “Hastalarımdan biri görmese bari,” diye geçirdi içinden. Ardından da kibirli haliyle kendini kınadı. Böyle bir sokaktan kim gelebilirdi ki onun muayenehanesine.  “Ah abla ah!” diye  söylenerek üçüncü basamağa adım atmasıyla kapı açıldı. Ablasının omzunun üzerinden yardımcı kadını gördü. Bir seksenlik kadın, ifadesiz bir suratla gözünü dikmiş ona bakıyordu. İstemsizce, ablasının arkasına doğru kaydı. Abla yüzünde zoraki gülümsemeyle, “Hocam bizi bekliyordu” dedi. Yardımcı   kadın bakışlarını sesin geldiği yöne çevirince onu tanıdı. Ara ara birilerini peşine takar getirirdi. Yıllardır uğraştığı halde kardeşini ancak ikna edebilmişti. Yol boyunca, “Çok önce gelecektik çok. Geç kaldık. Olsun buna da şükür, şifa olur inşallah.” diye söylenmişti. Yardımcı hanım geri çekildi, kafasıyla “Geçin” işareti yaptı. Ablası hafifçe kolundan çekerek içeri soktu. Evin içi, dışı kadar kasvetli değildi. Hatta yumuşak bir havası olduğu bile söylenebilirdi. Ablası hemen ayakkabılarını çıkardı, kafasını kaldırmadan, onun ayakkabılarına bakarak, “Çıkar çıkar!” dedi telaşla. Stilettolarını çıkardı, kenarda yan yana hizaladı. İnce çorabın içinde parmakları büzüşüverdi. Sanki ayakları bile biliyordu buraya ait olmadıklarını.

Ablası bir çırpıda çantasından iki terlik çıkardı. Birini giyerken yine kafası kendi terliklerinde “Giy, giy.” dedi. O ne derse anında yapıyordu. Bu dünyanın uzmanı da oydu. Salona geçtiler. Yardımcı kadın “Burada bekleyin, hoca çağıracak.” dedi ve gitti. Karşılıklı iki koltuk ve ortalarına yerleşen televizyondan başka bir şey olmayan odada, kapıya en yakın köşeye ilişiverdi. “Allahtan kimse yok, çok beklemeyiz. Bazen burası ana baba günü oluyor kızım. Bekle bekle için şişiyor. Millette ne dertler var bir bilsen ah… Bu gözler neler gördü, bu kulaklar neler duydu bu odada.”  Ablasına ters ters baktı, hiçbir şey demedi. Diyecek bir şey de yoktu zaten. İçinde bulunduğu fotoğraf karesinde tek yabancı duran şey kendisiydi. Buraya kadar geldikten sonra geri dönmesi de zordu. Ablasının çenesini dinleyene kadar hocayla ahbap olsa daha iyiydi. Bunları düşünürken yardımcı kadın dibinde, kapının yanında bitiverdi. Boyundan beklenen kalınlıkta bir ses ile “Hoca seni bekliyor.” dedi. Ablasına dönerek “Nasıl yani, biz duymadık, bunlar ne zaman konuştu?” “Telefon diye bir şey var, cahil misin? Kalk bekletme hocayı.” “Sen gelmiyor musun?” “Yok, hoca çağırınca gelirim ben. Hadi şifa olsun güzel kardeşim. Boy boy bebeklerini büyütelim inşallah.” Kendi ettiği duayı yüksekten bir amin nidası ile de noktaladı. “Ha dur, şu paketi de ver hocaya,” diyerek elindeki poşetten bir paket kaya tuzu çıkardı, eline tutuşturdu.  “Yok artık abla!”  “Ver sen ver. Bu hocaya her gelen tuz getirir. Anlamazsın sen bu işleri, dediğimi yap.” Elindeki tuza baktı, bundan da daha aşağı hissettiği bir an hatırlamıyordu. Sanki buraya kadar her şey normaldi de tuz garip kaçmıştı.

Odaya girdiğinde biraz şaşırdı. Daha koyu, kasvetli bir oda ve filmlerdeki cadı kılıklı karakterlere benzeyen bir kadın bekliyordu ama pek de öyle değildi. Gayet sade döşenmiş, güneş alan, cıvıl cıvıl çiçeklerin olduğu bir yerdi burası. Sol köşede kitaplığın hemen önünde tekli koltukta oturuyordu hoca. Yanında ki sehpada kokusu buram buram odaya yayılan ıhlamur çayı vardı. Diğer duvarda yine tekli koltuk vardı, camın önü çiçek saksılarıyla doluydu. “Hoş geldin doktor kızım.” dedi hoca. Hoş bulduk derken gözü kitaplara takıldı. Büyü kitapları mı acaba diye bakınırken elindeki tuzu hatırladı, “Buyurun” diyerek hocaya uzattı. Hoca gülümseyerek “Arkandakilerin üzerine koy kızım.” dedi. Arkasına döndüğünde kapının arkasında tuz paketlerinden oluşan yığını gördü. Daha da ne düşüneceğini bilemiyordu artık. Kafasında dolaşan milyonlarca soruyla dengesini kaybetti. Döndü tuzu koydu. “Otur bakalım,” dedi hoca. “Demek çocuk doktorusun ha?” Kadın tam siz nereden biliyorsunuz ki diyecekti ki, ablası geldi aklına, “Tabii ya,” diye geçirdi içinden. “Ne var ne yok anlatmıştır kesin.”

“Rahat ol kızım, sakinleş biraz. Burada ne işim var diyorsun, inanmıyorsun biliyorum. İnanıp inanmaman çok da önemli değil zaten. Var olan vardır, olacak olan olur. Senin onları görüp görmemen ya da inanıp inanmaman işleyişi değiştirmez. Sadece seni değiştirir. Burada da böyle bir dünya var, seninkinden farklı olan. En azından değişik bir şey görmüş olursun, ne zararı var?” Doktor kalakaldı. Doğru söylüyordu. Buraya kadar gelmişti artık. Yargılamayı kesip, kendini akışa bıraksa birkaç saatten başka ne kaybederdi ki? Ablasının da gönlü olur yakasını bırakırdı. O an gerçekten de gevşediğini, hatta gülümsediğini fark etti. Hocanın etkileyici bir enerjisi vardı. Bunu itiraf etmeye utanıyordu ama gerçekten de etkilenmişti. Kafasındakinden çok farklıydı.

Hoca gülümsedi. “Allah nasip ederse inşallah senden iyi anne olur.” dedi. Olay da buydu ya zaten. Olurdu, olmak da istiyordu ama olamıyordu. Akşama kadar bir sürü çocuğa bakıyordu fakat diğer annelerin “Sizin kaç tane doktor hanım?” sorusu karşısında çocuğu olmadığını söylemek, kendisini artık iyiden iyiye üzüyordu. Kimsenin aklına çocuk sahibi olamayabileceği ihtimali gelmiyordu.  Çocuk doktorunun çocuğu yok! Normalden daha mı kötü bir hâl acaba? Belki tercih etmiyor. Olabilir mi? Çocukları sevmeyenden, çocuk doktoru olur mu? Yıllardır bu tür diyaloglar yazardı kafasında. Bütün tıbbi testlerden geçmişler, tüp bebek denemişler ama hiçbirinde başarıya ulaşamamışlardı. Artık evliliği de tehlikeye girmeye başlayınca son çare olarak kabul etmek zorunda kalmıştı ablasının teklifini.

Hoca düşüncelerini duymuş gibi “Çocukları sevdiğin her halinden belli zaten, olur neden olmasın? Sen rahat ol yeter” dedi. “Kapat bakalım gözlerini.” Kapattı ama aralıktan bakmamak için zor tutuyordu kendini. Dayanamadı baktı yine de. Hoca’nın da kapalıydı gözleri. Tekrar kapattı. Hoca ayağa kalktı, onu da yavaşça omuzlarından tuttu kaldırdı. Sonra, elini göbeğinin altına koydu. Bir an bacaklarının arasından bir sıcaklık aktığını hissetti. Açamadı gözünü. Sonra da bayıldı.

Kendine geldiğinde koltukta yatıyordu. Ablası yanındaydı ve yardımcı kadın yine ifadesiz bakışlarla tepesinde dikiliyordu. Ablası, “Hadi bakalım, daha iyiysen kalkalım. Taksi bekliyor kapıda.” “Bitti mi?”  “Bitti bitti gidiyoruz.” Otururken bacaklarının ve eteğinin kan olduğunu gördü, korktu. “Ne oldu bana abla?” “Bir şey yok kızım, adet oldun.” Kullandığı ilaçlardan dolayı son bir yıldır regl olmuyordu. Şaşırdı. “Hoca nerede?” “O dinlenmeye çekildi. Özellikle bu birkaç ay beslenmesine dikkat etsin, bir de kan tahlillerini yaptırsın diye tembihledi. Ayrıca ne zaman isterse beni görmeye gelebilir dedi.”  “Buradan bir çıkalım da, artık ne gelmek , ne de bugünü hatırlamak istiyorum ben.” Eve geldiklerinde biraz daha kendine gelmişti. Uzanmak istiyorum diyerek yatak odasına geçti, ablası da peşinden gitti. “Hayırdır, masal mı okuyacaksın?”  “Yok kızım ya, seni yatırayım çıkacağım işte!” Tanıyordu ablasını, bir şeylerin peşindeydi.  Yatak örtüsünü toplarken, ablası giyinme odasında kocasının eşyalarını didikliyordu. Sessizce izledi. Kesin hocayla bir bağlantısı vardı bunun ve kendisine söylememişlerdi. Ablası gömleklere tek tek bakarken, belirli bir şey arıyordu. Dolabın en sonunda, kılıf içindeki damatlığı bulunca “Hah!” diye zıpladı. Doktor arkasından yaklaştı “Bana da söylemek ister misin?”  “Ay, aman, söyleyecek bir şey yok, ben bunu alıyorum.” “Ya iyice delirdin ha. Kocamın damatlığıyla senin ne işin olabilir, anlat hemen. Yine ne saçma sapan şeyler peşindesin abla ya!” Ablası pes etti. “Tamam anlatacağım. Sen bayıldıktan sonra hoca beni çağırdı. ‘Git kocasının damatlığını bul, gömleğini kontrol et. Sağ bel tarafında bir parça kesilmiş olmalı. Öyle ise hepsini topla yak.’ dedi. Bende onu arıyordum.”  Doktor yatağın ucuna oturdu.  Korku filminde gibiydi. Birkaç saat içerisinde yaşadıklarını ne kendi anlıyordu, ne de anlatabilirdi. Zaten istese de anlatamazdı ya, o da ayrı bir konuydu. “Aç” “Neyi açayım” “Çıkar işte abla, gömleği çıkar bakalım!” “Ha, tamam.” Kılıftan takımı ve gömleğini çıkardılar. Gerçekten de hocanın dediği doğruydu. Gömleğin sağ tarafından bir parça kesilmişti. Birbirilerine baktılar. “Tamam götür yak. Beni de artık rahat bırak, başım çok ağrıyor.” “Ha hoca dedi, muhtemelen başı çok ağrıyacak ama ilaç almasın, bitki çayı da içmesin dedi.”  Bir çığlık duyuldu “ Ablaaaaaaa!”

Uyandığında hava kararmıştı. Kalktı, mutfağa indi, eşi daha gelmemişti. Bu günden ona kesinlikle söz etmeyecekti. Hatta kendine bile tekrar etmeyecek, asla düşünmeyecekti. Anlam vermeye de çalışmayacaktı, çünkü olan bitenin akılla çözülecek bir yanı yoktu. Sadece hocanın kim olduğunu merak ediyordu ama asla araştırmaya falan kalkmayacaktı. Ablasıyla da bir süre görüşmeyecekti. En iyisi buydu.

Birkaç güne kadar gerçekten de her şey rüya tadında kaldı. Tek tuhaf olan o malum günden haftalar sonra kocasının evden taşınma isteğiydi. Oysa, bu evi çok severdi. Biraz şaşırdı ama eşinin bu fikrini hocaya bağlamak aklının ucundan bile geçmedi. Şöyle daha geniş bahçesi olan bir ev olsa aslında ne iyi olurdu. Şaşırtıcı bir hızla ev bulundu ve taşınıldı. Gerçekten de geniş, mutfağı yemyeşil bir bahçeye açılan, fiyat olarak oldukça uygun bir ev buldular.

Taşınma sırasında elbette en büyük yardımcısı ablasıydı. Bu vesileyle aralarında ki buzlar erimiş eski samimiyetlerine dönmüşlerdi ama hoca konusu asla açılmamak kaydıyla… Aradan geçen iki ayın sonunda ablası dayanamadı. “Bir şey soracağım ama kızma olur mu?” “Sor bakalım ablam sor.”  “Test yaptın mı hiç, hamile olabilir misin?”  Bir an ne diyeceğini bilemedi.  “Hayır neden yapayım ki? Kapattık o konuyu biliyorsun, sen de kapat artık abla ne olur.” “Peki, tamam, sustum”  Ablası bir kere virüsü bırakmıştı zihninin içine.  Kapat deyince kapanıyor muydu ki konu. Olabilir miydi acaba? Yok yok, çok mantıksızdı. Saçma sapan işler diye düşünerek kısa bir süreliğine kendini çıkardı konudan.  Tabi ki bu çıkış kalıcı değildi. Ne zaman boşluğa düşse aynı yerde buluyordu kendini. Acaba? Olsa belirtisi olurdu, olmaz mıydı? Olsa anlar mıydı? Bir haftanın sonunda dayanamadı ve test yapmaya karar verdi. Sonuç pozitif çıktı. İnanmadı bir daha yaptı. Pozitif. Bir daha, pozitif. Akşam elinde tahlil sonuçları ile karşıladı kocasını…  Pozitif!

Bir yanıt yazın