İçinden saf su akan kanal her daim temizdir. Ben denen kanaldan akana ise enerji derler bazı alemlerde. Akış ne kadar güçlü ve kendiliğinden olursa insan da bir o kadar berraklaşıyor. Bu farkındalığa ulaşmak için sessizliği dinlemek gerekmiş.
Sessizliği dinlemek dünya da ki en zor işlerden biri. İlk duyduğumda çok saçma geldi. Dinlemek sesle olur diye yazılmış beynimin temel betonuna. Seslere kulak kesilerek de gelmişim bugüne. Sonra elime konuşamayan bir melek verdiler. Bu senin olacak ama eğer onu anlayabilirsen dediler. Kanatlarından yayılan ışık gözümü aldı, gördüğüm anda vuruldum. Tamam dedim ne yapar ne eder anlarım yeter ki bu güzellik benimle kalsın. O zaman anladım dinlemenin sadece sesle ve kulakla ilgili olmadığını. Kalbimle, gözlerimle, sezgilerimle dinlemeye başladım ama uzun süre beceremedim. Ben duyamadıkça onun pırıltısı azaldı, onun ışığı söndükçe ben karanlıkta kaldım. Yok dedim böyle olmayacak, başka türlü dinlemeli. O zaman ses ile sessizliğin farkını gördüm. Anladıkça alıştım, alıştıkça gözlerimle duymaya, kalbimle dinlemeye başladım. Karanlıktaki çığlıklarla çok savaştım. En sonunda başardım. Başardım dedim de kendi sesime takılıp yuvarlandım. Dudaklarımdan dökülen kelimelerin sihri bozduğunu kaçırdım. “Ben” dediğimin hışırtısı her şeyi mahvetti, tekrar başa döndüm. Her şey bitti dediğim anda içimdeki akışı hissettim. Bütün duyularımı kapattım ona odaklandım. Renkler saydamlığa, sesler sessiz bir ritme dönüştü. Bu sefer oldu, başardım demedim. Sadece bekledim. Sessizliği dinlemeyi, akışın bekçisiyken öğrendim.
Enerji benden ayrıldı yayılmaya başladı. Yayıldığı yer kanat ışığıyla aydınlandı. O zaman fark ettim bana ait olmadığını. İlk andaki şaşkınlığımı ve sevincimi yuttum, sesimi çıkarınca yok olur diye korktum.
Sonraları yavaş yavaş alıştım. “Ben” dedikçe ışığın karardığını anladım. Sessizlikte arındım.
Gözümü açtım kalabalıktayım. Nerelerdeydin dediler. Tam da buradayım dedim. Ne oldu anlat dediler. Dinleyin dedim ve sustum.