Deyyan

Gerçek üzerinde çalışmaktan geçtik, adam akıllı görebilmek bile yürek ister. Merak işte, yaramaz çocuk misali bütün bir ömür etrafında dolanır, elimizdeki sopalarla dürteriz. Çubuk mesafesini geçmeye cesaret edemeyiz. Belli katmanları var. Onları önce açmak sonra aşmak lazım. Tezahür üzerindeki katmanları aşmak bir nevi simülasyonda öze ulaşmak.

Tüm cesareti topladım etrafında dönüp duruyorum. Orada duran bensem dev bir cevize benziyorum. Kabuk ne kadar da sert görünüyor. Öyle bir nokta bulmalı ki çubuk dokunduğu anda kabuk paramparça olsun. Belki de sadece ikiye ayrılır, kim bilir? O da kabuktan aslı. Az yaklaşmak lazım. İnsan kendinden neden korkar ki? Bu duygu da katmanlı. En dıştaki kat da bilinmezlik korkusu. Kendini bilmezlikte korku var mıdır ki? Olmaz mı hiç.

Yakından bakınca üst katmanı aşacak noktanın işareti görülüyor. Oraya dokunmak için zamanı katlamak gerek. Geçmişle geleceği şimdiki ana sokuşturabilirsek bu noktaya dokunabiliriz. O kadar da zor olmasa. An da kaldığımda kabuk kırılıyor. Geçmiş ve geleceğin döküntüleri her yere saçılıyor. Onları temizlemeden devam etmek zor. Geçmişten temizlediğim her parça karşılığında gelecekteki dağınıklık kendiliğinden yok oluyor. Bu iş epey zaman alacağa benziyor. Günlerden ziyade yıllara bedel. Kaç yıllık geçmişin kırığı bir anda temize çekilmiyor.

Elim zamanda, aklım alttaki katmanda. Zar zor beceriyorum temizlik işini. Bu katman sert dikenli. “Ben” katmanı olsa gerek. Çünkü “Ben” den dikenlisini görmedim daha bu dünyada.

Keşke biri bana anlatsaydı, her yerim bu kadar kanamazdı. Kalınları temizlemesi kolay da inceler görünmeden batıyor. Her kıymık çıkardığımda rengim açılıyor. Daha derin nefes alıyorum. Acılı ama aynı zamanda hafifletici. Nefesle birlikte hiçlik geziyor içimde.

Uzun bir uğraştan ve bilmem kaç zamandan sonra bir alt katmana ulaşıyorum. Malum zamanı eğe büke yoldan çıktık. O yüzden artık hiçbir şeye birim veremiyorum.

Önümde zar gibi bir kabuk var, soyulacak. O kadar ince ki elimi attığım yer yırtılıyor. Bu katman ne ola ki? Galiba sırra eriyorum öze ulaşmak üzereyim diyerek heyecanlanıyorum. Son parçayı da dikkatlice sıyırdıktan sonra çekirdek ikiye bölünüyor. Birinin içi siyah diğerinin ki beyaz. İster istemez öfkeleniyorum. Bu kadar uğraştıktan sonra öze ulaşmalıyım artık. En başa döndüm. Nerden girdim ki bu saçma işe. Ben sinirlendikçe siyah olan parça ışıldamaya başlıyor. O anda dengemi kaybediyorum. Tamam artık kabul ediyorum bu iş olmayacak. Belki de saçmaydı düşündüklerim. Her şeyi ortada bırakıp arkamı dönüyorum. Bir an aynadaki yansımamla göz göze geliyoruz. Çok farklı görünüyorum. Ruhumla bedenim yeniden tanışıyor. Tam da kavuşamıyor. Hızlıca dönüp parçalara bakıyorum. Öfkem azaldıkça meydandan gri bir duman yükseliyor. Şaşkınım neler oluyor anlayamıyorum.

Biri omzuma dokunuyor. Aynada ki varlığım  “Pes etme” diyor bana. Bugün olmasa da bir gün ulaşacaksın. Yine döndük mü başa…

Bir yanıt yazın