Şu düşünceler az sessiz olsa, bu kadar gürültü yapmasalar dinleyeceğim de olmuyor. Başıma ne geldiyse dinlemeyi beceremediğimden geldi. İstemediğimden de değil hani nasıl yapacağımı bilemediğimden.
Mesela en çok kafama takılan şeylerden birisi bu dinleme işi kulaklarla mı zihinle mi yapılır? İç dinleme, dış dinleme diye ayırsam o da pek saçma olur. Eylem birse bunun içi, dışı olmasa gerek. Kendi sesim kendime nereden geliyor daha onu keşfedemedim tam olarak. Bu dinleme eylemi sadece sese mi bağlı? Sanki öyle olmamalı.
Dinlemek duyduğunun farkına varmak desek. Bu sefer işin içine duymak kelimesi giriyor. İkisi birbirinden ayrılabilir mi? İnsan duymadan nasıl dinleyebilir? İş böyle çok fazla karışıyor. En iyisi duymayı kenara koymalı, dinlemekten ilerlemeli.
Bunu öğrenebilmek için her gün kendime dinleme saatleri koydum. Malum bir şeyi öğrenmek için onun üzerine yoğunlaşmak lazım. Ben de dinlemede uzmanlaşmak için mesai harcamaya karar verdim. Diğer taraftan bakınca, uyur-uyanık devam eden bir eylem için her gün özel mesai harcamak, zaman israfı gibi görünüyor ama deneyimlerim gösterdi ki öyle değil. Asıl bunu yanlış yapınca, bırak zamanı, insanın hayatı israf oluyor. Ben zayıflıklarımı keşfedip üzerine gittikçe yaşamayı öğreniyorum. Bu dinleme işi de benim uzun zamandır ertelediğim işlerden birisiydi. Geç de olsa sonunda el attım ama beklediğimden daha zor oldu.
Önce dinleme saatlerini geceye koydum. El ayak çekildikten sonra oturdum, başladım dinlemeye. Başlarda pek sıkıldım. Kedi köpek sesinden başka bir şey gelmedi kulağıma. Onlar da geceleri ne değişik sesler çıkarıyorlarmış, hiç bilmiyordum. Fakat ben bu işe kedi köpek dinlemek için girmedim diye kızdım kendime. Yine de pes etmedim, dersleri bırakmadım. Sonraki günlerde içimden garip sesler gelmeye başladı. Sanki birileri devamlı konuşuyor. Ben onları, gereksiz düşünceler diye pek hesaba almamıştım. Boş boş oturmaktan canım sıkılınca; “dur” dedim “şunları dinleyim.” Dikkatimi verdim, kenardan sessizce dinledim. Zihnim o konudan bu konuya atlıyor, birçoğunu yarım bırakıyor, hiç olmadık şeylere takılıyor. Saçma sapan kelimeler akıp duruyor. Dayanamadım, müdahale edeyim derken sohbete dahil oldum. Kendimi dinletmeye çok çabaladım ama yine de başaramadım. Hele bir ara gürültüden kafam şişti. Müdahale etmeyi de bıraktım, onları dinlemeyi de. O ara tuhaf bir şeyler oldu. Ben her şeyi bırakınca zihnim bir an sessizliğe büründü. Meğer o kadar gürültü banaymış. Ya da benimmiş. Yargılarım, şekillerim, olmaya çalıştıklarım, isyanlarım, kabul edemediklerim, başa çıkamadıklarım… Çabaladığım için çıkıyormuş bu kadar ses. Her şeyi fark ettikten sonra, olduğu gibi bırakınca, gürültü de kesildi. Önce farkında olmadığım için tepiniyorlarmış kelimeler, zihnimin içinde, ardından da kabul etmediğim için. Kendimden bir sürü kopya çıkarmışım, perde de oynatıp duruyormuşum haberim yok. Seyirciler de koymuşum bir güzel. Beğendiklerine alkış tutanlar, beğenmediklerini yuhalayanlar.
Ben ne zaman ki oyunu gördüm; ışıklar yandı, sahne boşaldı. İşte o gün gerçekten dinlemeye başladım. Sessizliği dinlemeyi öğrendiğim gün dünyayı da duyar oldum. İnsanların dediklerinden ziyade demek istediklerini görür oldum. Kendim gibi onları da değiştirme çabasını bırakınca, gerçek seslerini fark etmeye başladım.
Dinlemek ayrı bir sanatmış. Bu sanatı icra edenlerin özgürlüğü başımı döndürdü. Bu arada başardım diye derslerimi de bırakmadım. Bu özgürlükten o kadar keyif almaya başladım ki tüm güne yaydım. Artık dinlemenin neye benzediğini yavaş yavaş çözmeye başladım. En ince detayına kadar öğrenebilir miyim bilmem ama en azından uyandım.