Başlangıçlar hep zor sanılır ama bence istikrar çok daha zordur. Herhangi bir işin devamını ve sonunu getirebilme becerisi. Gerçi son denen bir şey var mı bilemem çünkü her daim dönüşüm olduğu için bu dünyada herhangi bir şeyin sonlanması zor. Gözümüzün, aklımızın erişemediği yer son bize göre. Ötesi ise hep merak.
İnsanın hayatı boyunca attığı her adım bir başlangıç. Her sabah gözümüzü açtığımız andan itibaren tercih hakkımızı kullanarak yeni bir hayata başlıyoruz. Bazıları sorumluluk almak istemediği için sürüklenerek yaşamayı tercih ediyor ki bu da bir tercihtir bana kalırsa. Bir yandan aynılıktan ve monotonluktan şikâyet ederken diğer yandan da aynılığı devam ettirebilmek için çaba harcıyorlar. Daha kötüsünden korkmak çoğu zaman daha iyisine ulaşmaktan güçlü bir motivasyon olmuştur.
Oysa aynılığın içerisindeki farkı fark edilebilse… Bu içine düşülen döngüde; şikayet edilen, gerçekten yaşanan ve içten içe yaşamak istenen hayatın resmi görülebilse. Bu üç fotoğrafı yan yana konabilse keşke. Dönüşüm başlayabilir o zaman veya sahip olunanın keyifli farkındalığı ile yaşanır. Bazen dönüşüm tam da bu demektir. Her anlamda varlığının farkına varabilmek. Kendinden ayrılmadan, başka bir şeye bürünmeden dönüşebilmek, diğer anlamda özüne ulaşmak.
İnsan gerçek duygularının farkında olursa eylemleri de sadece kendine ait olur. Diğer türlü, sürekli maniple edilir ve başkalarının isteği doğrultusunda hareket eder. Bu nedenle de hayatının sorumluluğunu almaktan kaçınır. Bu şekilde yaşayan insanlardan oluşan bir topluluk kaostan beslenir. İçine giren herkesi de yutar.
Oysa kendinin farkında olan kişi, duygularının tanımlayabilen kişi konuşmalarından daha çok eylemleri ile var olur hayatta. Attığı her adımın kendi tercihi olduğunun farkındadır. Asla başka birini veya sistemi suçlama ihtiyacı hissetmez. Bu onu doğrudan sorumluluk alacak güce ulaştırır. O zaman kendisiyle birlikte etrafını da besler.
Bu şekilde yaşayan insanın farklarından biri de hayatındaki başlangıç ve son kavramlarının olmamasıdır. Buna ihtiyaç hissetmez. Eylemleri birbirinden bağımsız ve başlangıç bitiş formunda kesintili değildir. İstikrar dediğimiz şey de süreklilik değil midir?
Akışla uyumlu olmak. Parçalardan ziyade bütünü görme becerisine sahip olmak. Bunu da ancak geniş bir vizyonla başarabilir insan. O zaman büyük görünen şeyler küçülür ve bütün içerisinde ait olduğu yer daha net görülür.
Sürüklenme duygusu ile akışta olma duygusu arasında o kadar ince bir çizgi var ki. Bazen bunun üzerine çok düşünüyorum. Olduğum anda durup hangisini yaşadığımı sorguluyorum. O anda bana ışık tutan duygu güven oluyor. Kaygı seviyemi kontrol ediyorum. Eğer anlam veremediğim bir endişe duygusu varsa içimde ya da kontrolü kaybetme hissi, anlıyorum ki sürüklenmeye başlamışım. Hatta debeleniyorum. Yoruluyorum ve boğulma ihtimalim var. İşte o anda hemen akışa geçmeye çabalıyorum. Başlarda bu o kadar kolay olmuyor tabi ama zaman içerisinde alışıyor insan.
Akışta hissedilen sakinlik, doğrudan güven duygusunu getiriyor. Güvenlik bizim ilkel duygumuz. Özümüze döndüren ana duygulardan. Her ne yaşarsa yaşasın, kim olduğunu ancak korktuğu zaman görebilir insan. Öz duygu büyüdüğü zaman kabuk kırılır.
Yaşarken etkilendiğin alan ile etki alanını fark edebilirse insan, kontrol kelimesini yeniden yapılandırabilir. Sıkı sıkıya yapışmak ya da bir şeylere yön vermeye çalışmak kas gücü isteyen şeylerdir. Dirençle elde edilmeye çalışılan kontrol bir süre sonra yorar.
İşte akış ile sürüklenmek arasındaki en büyük farklardan birisi de budur bence. Korku direnç yaratır. Oysa genel sistem içerisinde bir uyum vardır.
Yaşamla aynı frekansa gelebilmek akışta olmak anlamına da gelir. Uyku ve uyanıklığı, gece ve gündüzü, başlangıç ve sonu birbirinden ayırmadan yaşayabilmek güzel olsa gerek.