Deyyan

Son günlerde okuduğum kitaplar, izlediğim filmler nedense beni aynı konuya getiriyor. Ne kadar benimle ilgili onu çözemiyorum ama diğer yandan bilincimin konuları hep aynı yerde birleştirmesinde de mutlaka bir neden olmalı.

Gördüğümüz, fark ettiğimiz şeylerden çıkardığımız anlamlar bizim o anki ruh halimize göre değişir. Birbirinden farklı şeyleri de aynı konuda toparlamak ister istemez zihnimizin bir oyunu gibi geliyor. Rastlantı diye bir şey yoktur sadece mikro ölçekte yaşadığımız için farkında olamadığımız eşzamanlılıklar vardır. Bunun ucu boyutlara kadar gider ama biz şu an gidemeyiz tabi ki. Algıda seçicilik var, çekim yasası var, yani insanlar bu tür durumları açıklayabilecek bir sürü formül de üretmiş. Bazıları evrenin mesaj gönderdiğine inanabilir, bazıları bilinçaltının zuhur etmesine. Ben çoğu zaman zihinsel oyunlar üzerinde dururum.

Ne görmek istiyorsak, o aralar neye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorsak hep birlikte onları ön plana çıkarıyoruz. Biz dediğim; bilincim, bilinçaltım, zihnim, duygularım yani karar mekanizmam üzerinde etkisi olan farkında olduğum ve olmadığım parçalarım.

Ben, olanı biteni kendi dilime çevirip öyle anlamlandırıyorum. Bunu yaparken de o anda bulunduğum ortamın ışığını kullanıyorum. Aynı olay o dönem keyifliysem farklı, depresyondaysam farklı yorumlanıyor. Buraya kadar olan kısmı herkes kabul ediyor. Peki bundan sonrası?

Hayatla yüzleşmekten ve acı çekmekten korkmayan taraf baskınsa kendini nasıl maniple ettiğini aklından çıkarmıyor diğer taraftan farklı bakış açıları olabileceğini kabul ediyor. Daha esnek düşünebiliyor. Bilgiye dayalı gerçeği kabul ediyor. Diğer taraf ise istediğine inanmayı bu şekilde mutluluk ve güven duygusunu sürdürmeyi seçiyor. Dışarıdan gelen mesajlara açık oluyor, mucize aramaya bayılıyor. Görünenin dışında, görünmeyenleri kabul etmek hayal kurmada geniş alan açıyor.

Üçüncü seçenek denge olsa gerek. Ortada durabilmek. Bir yandan parçalarımın beni yönlendirmesindeki alt nedenleri görebilmek diğer yandan benim dışımda bir sistem olduğunu ve her şeyin doğrudan benimle bağlantılı olamayacağını kabul etmek. Rastlantı değil ama benim üzerimde bir anlam olduğunu idrak edebilmek. Bu belirsizlik bir miktar korkutucu olsa da denge sağlıyor.

Bu şekilde hayatımda olan biteni sağlıklı ve keyifli bir şekilde yorumlayabiliyorum. Okuduğum kitap benim ruhsal zamanıma uyumluysa özel olarak gönderilmiş bir mesaj gibi hissetmeyi seviyorum. Farklı şeyler birbiriyle çakıştığında kesişimlerine odaklanıyorum. Olan bitenden çok atadığım anlamın nedeni üzerinde duruyorum.

Örneğin bu aralar yazma işiyle çok uğraşınca yazarlıkla ilgili kitaplar, filmler elime düşüyor. Demek ki diyorum bu konuda düşündüğümden fazla düşünüyorum. Kendimi sobeliyorum yani. Bu keyifli bir şey.

Sonra diyorum ki ben yalnız olamam. Mutlaka benim gibi düşünen insanlar olmalı. Kendi mekanizması üzerine uğraşan insanlar. Acaba onlar anlamlandırmayı nasıl yapıyor? Bu sorgu farklı bir bakış açısı kazandırıyor. Okuduğum kitaplara, konuştuğum insanlara, izlediklerime buradan bakınca inanılmaz pencereler açılıyor.

Sadece zihninden geçenleri ve duygularını referans olarak kabul ederek yaşayan insanlar da var. Hatta bu konular üzerine düşünmeyi hiç sevmeyenler. Bunu yorucu, korkutucu, anlamsız, gereksiz görenler. Bu da onların yaşam stratejileri.

Düşünceler zihnin şekline, zihin bedenin şekline, beden içerisinde bulunulan ortama göre şekillenir.  Zaten bunlar birbirine uyum sağlayamazsa insan mutlu olamaz ki. Değişim için baştan sona gidenler de var yani düşünceyle başlayanlar, sonran başa gelenlerde, ortam değiştirerek düşüncelerini keşfedenler.

Değişim için gerekli motivasyona ulaşamayanlar halinden memnun olanlardır. Her ne kadar acımasız görünse de bazen şikâyet de, gözü kapalı yaşamak da, memnuniyete dahildir.

Anlamın değişken olduğunu kabul etmek hayatın rengini çoğaltır.

Bir yanıt yazın