Hayatımızdan doğru, yanlış, iyi ve kötü kavramlarını kaldırsak ne olurdu? Birçok filozofun da üzerine düşünüp yazdığı, aynı zamanda sinema ve edebiyatta işlenen popüler bir konu. Ben de kendi hayatımda uzun bir süredir bunun sorgulamasını yapıyorum.
İnsan anlamlandırma ihtiyacından kaynaklı, her şeye isim koymaya, etiketlemeye, kalıba sokmaya dayalı bir düşünce tarzına sahip. Böyle hayat daha kolay. Herhangi bir kişiyi veya olayı paketleyip isimlendirebildiğimiz anda yola devam edebiliyoruz. Geriye dönsek bile en azından onun nerede ve nasıl durduğunu biliyoruz. Daha doğrusu bildiğimizi sanıyoruz. Çünkü hafızamızın hiçbir şeyi olduğu gibi hatırlayamadığını es geçiyoruz. Bu da ayrı bir konu.
Bunun en büyük nedeni ise belirsizliğin bizi korkutması. Zihnimizin çalışma şekli ne kadar ilginç. Belirsizlik neden tedirgin eder insanı? Hemen tehlike çanları çalmaya başlar. Üst bilinç kapanır. Savaş ya da kaç pozisyonuna geçilir. Ne olursa olsun fark etmez, bu sistem böyle çalışır. Küçük bir tartışma da olabilir, yaşanan büyük bir olay da. Yeter ki nihayete ersin. Ne olacaksa olsun. Nasıl sonuçlanacaksa sonuçlansın ki ben neyle karşı karşıya olduğumu bir görebileyim.
Bunun en kısa yollarından biri de sıfatlandırmak. İşte iyi – kötü veya doğru – yanlış gibi kavramlar en çok bu işe yarıyor.
Fakat işin garip tarafı bunlar da belirsiz. Göreceli kavramlar. Kime göre? Neye göre? Sorularını sorduğum anda denklem çöker.
Bir süre denemek istedim bunu. Hiçbir olayı veya insanı bu dört ana sıfat olmadan değerlendirmeye çalıştım. Gri bir bakış açısına sahip oluyor insan. Hem avantajları var, hem de dezavantajları.
Hiç kimseyi suçlamadığınızda daha ılımlı ve sakin olabiliyorsunuz. Zihin farklı bakış açıları aramaya başlıyor. İyi veya kötü değilse ne olabilir? Bu olaya nasıl bakabilirim? Düşünce zenginliği kazandırıyor insana. Daha önce hiç fark etmediğiniz şeyleri görmeye başlıyorsunuz.
Akışa daha kolay uyum sağlıyorsunuz. Her şeyin sizin kontrolünüzde olmadığını ve daha da önemlisi her şeyin doğrudan sizinle alakalı olmadığını anlıyorsunuz. Her zaman başrolde değilsiniz, bazen de başka filmlerde figüransınız. Bunu bile anlayabilmek insanın hayatında başlı başına değişiklikler yaratabiliyor. Böyle bir bakış açısına sahip olunca, tehlike algısı zayıflıyor ve “saldır ya da kaç” mekanizmasının devreye girmesine gerek kalmıyor. Bu da insanı sakinleştiriyor.
İnsanlarla olan ilişkileriniz daha esnek hale geliyor. Yargılarınız ve alınganlıklarınız azalıyor. Kendinizi savunmak zorunda kalmadığınız ilişkiler her zaman daha sağlıklı oluyor. Sizin ılımlı ve sakin haliniz karşıdakini de etkiliyor, sakinleştiriyor. Savunma için harcadığınız enerji ve zaman boşa çıkıyor böylece hayattan daha fazla keyif alıyorsunuz. Hayatı kötülerle, yanlışlarla savaşarak yaşamak çok büyük bir enerji kaybına ve yorgunluğa neden oluyor.
Hele de bu mücadeleyi değiştiremeyeceğiniz şeyler için yapıyorsanız vay halinize. Müdahale edemeyeceğimiz şeylerin olduğunu kabul etmek ister istemez kontrolü bırakmamızı sağlıyor. Başta bu rahatsız edici olsa da sonradan rahatlığı hissediliyor.
Bu ve buna benzer çoğu deneyimi yaşayabildim gerçekten rahatladığımı daha mutlu olduğumu ve buna bağlı olarak etrafımın da daha keyifli olduğunu hissettim. Fakat bununla birlikte bazı dezavantajlarını da yaşadım.
Bizim yaradılışımızda olan bir şeyi yok sayamayız. İster istemez ani darbelere karşı hazır olmalıyız. Benim savunma mekanizmam zayıflayınca mücadele tekniklerini unuttum ister istemez. Bu durumda da başıma gelen ani olaylarda donakaldım. Yaralandım. Karşıyı tolere etme miktarım artınca ağırlık benim omuzlarıma bindi ve suçluluk hissim arttı. Denge şaştı.
Gerçekten kötü var mı? Yüzyılların sorusu. Bu anlık bir yargılama bence. Bizim algılayamayacağımız kadar büyük ve karmaşık bir sistemde yaşıyoruz. Her davranışın ve olayın çok öncesi var. Uzun bir zincirdeyiz. İnsanoğlunda gen denen bir faktör var. Kollektif bilinçaltı var. Bu karmaşayı göz önüne alınca “Kötü” kavramı değerlendirme için basit kalıyor. Daha derin düşünmek gerektiğine inanıyorum.
Diğer taraftan da savunma mekanizmasını her zaman güçlü ve canlı tutmak gerekiyormuş. Bunu ne kendini ne de başkalarını suçlayarak değil de hayatta kalmak için gereklilik gibi görmek bana daha insancıl geliyor. Yeterli enerjiye sahip olmalı ve aynı zamanda dengeli kullanmayı öğrenmeli. Tabi yara aldığında da şifanın kendinde olduğunu bilmeli. Yara almamak mümkün olmayabilir ama şifa her zaman bizde.