Deyyan

“ %100 düşünce Gücü” Kişisel gelişimin duayen kitaplarından biriydi ve ben bu kitabı lisede okudum. Kişisel gelişim ile ilgili okuduğum ilk kitap diyemem ama farkındalığımı artıran etkili bir kitaptı. Hatta o dönemde okuyup çok sevdiğim diğer kitap ise “Sofi’nin Dünyası” idi. O da felsefeye giriş kapısıydı ama ben o kapıdan o zamanlar geçmedim ama bugün anlıyorum ki yerini de unutmamışım. Sonrasında rota kişisel gelişim, psikoloji ve spiritüel konulara doğru çizildi. Araya edebiyat, tasavvuf, masallar, mitoloji vb birçok farklı konu girdi. Akademik eğitimim ise bunların tam aksi yönde mühendislik alanındaydı.

Bütün bunlarla beslenen zihnim bugünkü düşünce formuna geldi. Bunların üzerine aile yapımı, içinde yaşadığım toplumun özelliklerini, yaşadıklarımı da ekleyince BEN gibi bir şey oldum.  Bu ben ile de iki tane çocuk yetiştirmeye çalışıyorum.

Onlara söylediklerimden çok davranışlarım model oluyor. Ben hangi olaya ne tepki veriyorsam onu kaydediyorlar ve davranış hanesine kopyalıyorlar. Buradan fark ediyorum ki   benim yaşam ve mücadele stratejilerim sürekli izleniyor. Bu böyle devam etmeyecek muhtemelen. Erginleştikçe kendi davranış tiplerini geliştirecekler ama o gelişim benden kopyaladıkları taslak üzerine oturacak.

Bu insanın üzerinde baskı yaratan bir durum. Bir tarafta içinden gelen dürtüsel davranışlar var, diğer tarafta olması gereken davranışlar var. En basit örnek; kaza anında ben şoka girmeme rağmen, onların girmemesi için sakinleştim. Gözleri benim üzerimdeydi ve benim verdiğim tepkiye göre durumu algılayacaklardı. Kendi korkularını düşünecek ya da fark edecek bilince sahip değillerdi çünkü. Onları bilinçaltında bir yerlere attılar Allah bilir nerede ne zaman çıkar, belki de hiç çıkmaz.

Bu durumu makro boyutta düşününce hayata karşı duruş, problemlerle baş etme, insan ilişkileri, haksızlığa karşı verilecek tepki, hatta doğayla ilişkileri bile bu kökenden geliyor.

Ebeveynlerin bir kısmı bunun sorumluluğunu alıyor ve nasıl çocuk yetiştirmek istiyorlarsa buna göre önce kendilerini eğitiyorlar. Bir kısmı bunu fark ediyor ama egolarıyla baş edemedikleri için bu baskıya gelemiyorlar, olanla olması gereken arasında sıkışıp kalıyorlar. Büyük bir kısmı ise bu konuya hiç kafa yormadan olduğu gibi yaşıyor ve ona göre de çocuk büyütüyorlar.

Bunun doğrusu yanlışı yok. Sadece farklı bakış açıları olabilir. Örneğin ben çocuklarımı öğretmen olarak kabul edersem bana doğru bir insan olmam için yol gösteriyorlar diyebilirim. Mecbur olduğum için değil de gerçekten düzgün bir insan olmak istediğim zaman dürtülerimin kontrolü veya egomla savaşım bana zulüm gelmez.

Diğer taraftan  ise baskıdan hoşlanmıyorsam, kontrolsüz ve olduğum gibi yaşamak istiyorsam, çocuğuma da mükemmel diye bir şeyin olmadığını, hayatın içinde her şeyin olabileceğini, her türlü insanla karşı karşıya gelebileceğini görmesini istiyorsam daha çok kendime odaklı yaşarım.

Bu ikisinde sorun yok. “Ben böyleyim ama sen şöyle olmalısın!” dendi mi sorun çıkıyor. Ben panikleyebilirim ama sen sakin ol. Ben öfkemi kontrol edemiyorum ama sen etmelisin. Ben işin kolay yolunu seçerim ama sen mücadeleci olmalısın. Ben korkuyorum ama sen cesur ol.

İşte bu durumda çocuklar abuk sabuk büyüyor. Atılan temel, üzerine yapılan binaya uymuyor.

Şu aralar derdim bu. Hayata karşı duruşumda hafif bir sarsıntı yaşıyorum diğer taraftan da gözlendiğimin farkındayım. Bu kriz durumunu hem kendim hem çocuklarım için bir fırsata çevirip teknik mi geliştirmeliyim? Yoksa önce kendim dengemi bulmalıyım, maskemi takmalıyım deyip içe mi dönmeliyim? Ya da bunların dışında başka bir çözüm mü bulmalıyım?

Erginleşme ve dönüşüm hiçbir zaman konfor alanı içerisinde olmuyor. Ne zaman konfor alanının dışına çıkıyorsun o zaman mesai başlıyor. İşte bu mesaide kullandığın malzemeler ise yıllardır biriktirmiş olduğun BENliğin. Dolabında işe yarar şeyler varsa en güzel şekilde çıkarsın işin içinden ama yoksa….         

Bir yanıt yazın