Deyyan

Düşünmek neden önemli? Felsefe dersinde hocamın söylediği bir cümle vardı: “Özgün düşüncelerden çok, yaygın kanaatlere sahibiz!” Birkaç gündür beynimin içerisinde bu cümle yankılanıyor.

Yaşam şekli ve düşünme becerisi arasındaki örgü kaç halatlı acaba?

    Otomatik pilotta olan bir yaşamda gerçekten düşünebilmek için fazladan enerji ve zaman harcamak gerekiyor. Yaşamımız sadece güvenlik ve rahatlık üzerine kurulduğunda hedefimiz bunu devam ettirmek oluyor.

Güvenlik için bazen rutin gerek. Her şeyin kendini tekrar ettiği sistem diğer ihtimallere göre daha güvenlidir ne de olsa. Beklenmeyen ve şok edici olaylar ilk anda kaygı seviyesini yükseltir. Elin silahına gider ve emin olana kadar da onun üzerinde kalır. Herkesin silahı birbirinden farklıdır. Küçük çocukların sokakta buldukları malzemelerle oyuncak yapması gibi insan da büyürken maruz kaldığı olaylara göre savunma ve problem çözme teknikleri geliştirir. Bu şekilde de silahını tasarlar. Kiminin ki saldırganlıktır, kiminin ki kabuk. Bazıları manipülasyon teknikleri geliştirir bir diğeri narsizme kayar.

Korunmak için geliştirdiğimiz silahlar zaman içerisinde modifiye olur. Kendini çok tehdit altında hisseden insanlar bir süre sonra elleri yastığın altında uyur. Her an savaşmaya hazırdırlar. Bu nedenle sıradan hayat onları daha çok tedirgin eder. Sessizlik ne kadar uzarsa kaygı da o kadar yükselir. Yalnız benim burada üzerinde durduğum konu; bu tetikte olma halinin doğurduğu düşünme ihtiyacı. Sabahtan akşama kadar problem çözme üzerine çalışan bir insanın ister istemez zihnini kullanma yetenekleri de gelişir. Tabi bu zekâyı hangi amaçla kullandığı önemli

Oysa rutinleri içerisinde yaşayan insanların yaşam çizgisi bellidir. Zihni otomatik pilota alacak kadar aynıdır. Temel ihtiyaçlar etrafında ve sınırlı alan içerisinde hareket ederler. Bir süre sonra aynılığın içerisinde kaybolurlar. Uzun süre kullanılmayan zihin, paket düşüncelere eğilim gösterir. Etrafta mutlaka neyi nasıl düşüneceğini söyleyen insanlar vardır. Biraz dikkat edersen bir iki seçenek arasından birini alırsın seçtiğin için de sana ait gibi bir yanılgıya düşersin.

Sanat, edebiyat huzursuzluktan çıkar derdi hocalarım. Uğraştığın bir derdin olmalı.  İlk zamanlar pek anlamazdım. Çok karamsar bir düşünce gibi gelirdi bu bana. Sonradan anladım o dert denilen kavramın ne olduğunu.

Hep daha iyiye evrilme niyetiymiş. Değişimin, dönüşümün olmadığı yerde yaşam olmuyormuş.

Dönüşüm için hareket lazım. Hareket etmek, noksanlığın giderilmesi için, tam olana ulaşmak için yapılan bir dürtü. Zihinsel, fiziksel fark etmeksizin kendini eksik hissediyorsan hareket ediyorsun.

İşte burada yol ayrımı geliyor. Kavşağın adı farkındalık. Eğer kendini biliyorsan bu hareketlerin senin kontrolünde ve hedeflerine doğru oluyor. Yok kendinden bihabersen  neyi tamamlamaya çalıştığını fark etmeden hareket ediyorsun. Deli gibi çalışıyorsun veya alışveriş yapıyorsun, spor yapıyorsun ya da yiyorsun, hep aşırı kaçıyorsun. Sonuçta içindeki boşluğu doldurma peşinde koşuyorsun.

Bu koşuşturma zaman içerisinde hayatının rutini oluyor. Kapitalist dünya da bu yaşam tarzına göre şekilleniyor bir taraftan da seni şekillendiriyor. Özgün düşünmeye çok da ihtiyaç hissetmeden bol hareketli bir döngünün içerisinde yaşayıp gidiyoruz. Her şeyin hazırına alıştığımız gibi düşüncenin hazırı da hoşumuza gidiyor. Bu düşünceler de zamanla yaygın kanaatler haline geliyor. İnsanları gruplaştırıyor.

Gruplar güçleniyor ve doğru denilen kavram da yanlış çoğunluğa kurban gidiyor.

Bir tarafta; düşünme yeteneği savaşa hazırlanma ihtiyacından çarpık gelişmiş bir grup, diğer tarafta ise yaygın kanaatlerle güçlenen ama düşünmeyi bilmeyen bir grup. Bu iki grubun çatışması kaos.

Bütün bunların yanında bir de sessiz bir azınlık var. Onlar düşünme eylemini köreltmeden rutinin içerisinde güvenle kalabiliyorlar. Kendilerini eksiklikleri ile kabul edip bunu savrulmadan tamamlamaya çalışıyorlar. Huzurun, mutluluğun, konforun peşinde koşmuyorlar. Bunlarla özlerini bulamayacaklarının farkındalar. Diğer taraftan dertlerin içinden boğulup bunları yok da saymıyorlar. Kıvamında yaşıyorlar. Onlar somut alemle, soyut alem arasındaki tahterevallinin merkezine özgün düşünceyi yerleştiriyorlar. Saygı, sevgi, aşk, huzur, mutluluk, açlık, acı kavramları daha renkli kelimelerle yazılmış ve geniş çerçevelerde asılı.

Hayata baktıkları anlam düzlemi sıradanlığın üzerine oturuyor.

Dışarı ve içeri arasındaki kapıları çift kanatlı.

Düşünmek önemli. Daha da önemlisi o düşünceleri sana ait kelimelerinle pişirip taşırıp kendin mi hazırladın yoksa bir yerlerden hazır mı aldın? Hazır bile olsalar bari sağlıklı olduklarına emin misin?

Soru sormak iyidir. 

Bir yanıt yazın