Yakın bir zamanda, üzerine çok düşünüp, içinden çıkamadığım bir konu vardı. Bu arada da konudan bağımsız, bir kitap haftalardır peşimdeydi ama ben bir türlü onunla ilgilenememiştim. En sonunda, hiç olmadık bir yerde kapağını açtım ve ilk on dakikada “İşte demek istediğim buydu!” diye çığlık attım. Biliyordum, hissediyordum ama bir türlü toparlayamıyordum. Birilerinin bunları derleyip toplayıp elime vermesi o kadar etkileyici ki.
Bazı insanların, sahip olduğu bilgi ve düşünce yapısına bağlı olarak, zaman içerisinde sezgi yeteneği gelişir. Karşılaştığı durumlara daha geniş açıdan bakar. Diğerlerine göre farklı görür, hisseder ama bazen bunları toparlayamaz. Zihin, o dolanıp duran düşünceleri birleştirip paketlemeyince bir problem olduğunu varsayar ve dosyayı bir türlü kapatmaz. Sen günlük hayatına devam ederken, kaşıntı gibi zihnin istemsiz oraya kayar.
Ben bu anlattığım hal’i çok yaşıyorum. Zihinsel olarak kaşıntılıyım yani. Ellerim hep sisin içerisinde. Sezgilerim beni bir noktaya doğru çekiyor, orada görmem, anlamam gereken bir şeyler var. Bunu hissediyorum, tabi onun ne olduğunu anlayana kadar da kıvranıyorum. Bazen keyifli, tatlı bir kaşıntı oluyor bu, bazen de kanatırcasına batırıyorum tırnaklarımı.
Düşünüyorum bu sezgilerin kaynağı ne olabilir diye. Sonra etrafıma bakıyorum benim gibi meraklı ve öğrenmeyi seven insanlarda sık görülen bir şey. Bilinç ile bilinçaltının paslaşmasıyla alakalı.
İnsan zihni öğrendiği hiçbir şeyi unutmuyor, sadece günlük hayatta işine yaramayacakları görünmez hale getiriyor. Bilincimizin ulaşamadığı gizli hayalet odaları var. Bu odalarda sahip olduğumuz duygu ve düşünceler hayalete dönüşüyorlar. Varlar ama yoklar. Yoklar ama varlar.
Bu hayaletler bilinç içerisinde gizli gizli dolaşıyorlar. Bazen hiç sesleri çıkmıyor, bazen de sağı solu karıştırıyorlar. İşte muhtemelen benim bahsettiğim sezgiler, kaşıntılar, gıdıklanmalar bunlardan kaynaklanıyor.
Sonra bir an geliyor ve önüme hiç beklemediğim yerden bir kitap çıkıyor. Israrla beni çağırıyor. Deneyim kazandıkça bu kitapların sesine kulak vermeyi öğreniyorum. Okumaya başlıyorum ve o anda hayaletler birden görünür oluyorlar. İşte diyorum “Demek istediğim buydu!” Beklemedikleri anda görünür olunca bir kısmı anında kaçıyor, bazıları ise apışıp kalıyor. Kimi de pek rahat, “Selam” deyip el sallıyor.
Hemen kağıt kaleme sarılıyorum, o da işe yaramazsa, canlı not alıyorum. Not defteri arkadaşımı arıyorum “Dinle” diyorum ve ne varsa saçma sapan her şeyi ortaya döküyorum. Çünkü kendimi duymam lazım. Bu arada da araya ses, yorum karışmaması gerek. Saçmalıklar yargılanmamalı, hata sanılanlar düzeltilmemeli. Bu dinlemeyi yapabilmek gerçekten üstün meziyet.
Döküp saçtıklarımın arasına çığlıklar, kahkahalar, hayretler karışıyor. Sorular ve cevapları havada eşleşiyor. Eşini bulamayanlar fosforluya dönüşüyor.
Keşfin heyecanı bir yandan, sezgilerin deneyim kanalına girmesi diğer yandan derken önce hafiflik sonra tuhaf bir boşluk hissi geliyor.
Ayıklanmış düşünceler, bakış açısı, bilgi, sezgi, deneyim hepsi güzelce yerleştiriyor ve kağıt kalemle birlikte sunuma hazırlanıyor.
Zaman içerisinde büyüyor gelişiyor, diğerleriyle birleşiyor ve kalabalıklaşıyor. Beni ben yapan taşların arasında yerini alıyor.
Anlattığımı hal’i sık yaşayan insanlar artık kaşıntıları kanıksamıştır ve akışı bilirler. Bilinç ve bilinçaltının paslaşmasını izlemeyi severler. Sezgilerin peşinden koşar sonra ormanlarda kaybolurlar.
Ben genelde kitaplarla yakalarım onları ama kimisi, bilgeleri, kimisi de orman cinlerini kullanır. Onlar daha sosyal olan, insanlarla iç içe yaşamayı, gezmeyi, izlemeyi, yürümeyi sevenlerdir.
Benim orman sayfalar arası.
İnsan düşünerek ve hissederek yaşayabilir ancak. Bunlar olmadan sadece hayatta olur ama yaşayamaz. Öyle ya da böyle kelimelerin dans etmediği bir zihin sıkıcı olmalı.
Ben çoğunlukla senin yazilarinla yakalıyorum . Bir de canım cocuklarimla .iyi ki varsın ♥️