Neden sihri severiz ama büyüden korkarız?
Biri keyif verip merak uyandırırken bir diğeri korkutuyor, sihri duyunca pırıltılar gelirken gözümüzün önüne, büyü deyince her yer kararıyor birdenbire.
Büyücüler ve sihirbazlar ise bilinmeyen diyarlar yolunun rehberleri. Hem meraklıyız, hem korkağız.
Korkuyu kontrol etme çabasıyla hazza ulaşmaya çalışmak ne ilginç. Büyücüler sıralamada en yukarıdayken falcılar bir altta. En sadesi, el falı bakan çingeneler ise keyifli. Büyünün gücü azaldıkça eğlencesi artıyor.
Sihirbaz ile çingeneyi yan yana koyamasak da kelime kökenleri aynı yere dayanıyor.
Bunların hepsi arketipsel kavramlar. Yani insanın var olduğu zamandan beri şekli değişse de anlamı değişmeyen yapılar. Çünkü büyünün yaşı insanın varlığı kadar. Merak ve korkunun yoğrulmuş hali.
Tavşanın şapkadan çıkışını görürüz şaşırırız ama bizi deli eden tavşanın oraya nasıl girdiğini merak etmek değil mi?
Gerçeklerin üzerine elde edilmişliğin sıkıcılığı siniyor. Bu yüzden sonsuz alternatifler bizi cezbediyor. Bir süre sonra bağımlı gibi büyünün peşinde buluyoruz kendimizi. Büyüleyici güzelliklerin peşinde koşuyoruz, büyüleyici aşklar arıyoruz, sinemayla, edebiyatla başka dünyalara dalıyoruz, sırf kendi gerçekliğimizin alternatiflerini görebilmek için. Daracık sandığımız hayatımızda soyut alanlar açarak mutlu oluyoruz.
Kendimizde göremediklerimizi başkaları üzerinden izleyip yaşamaya bayılıyoruz, çünkü meraklıyız. Ölüm ve doğum arasındaki hayatı neresinden kemirerek genişletebiliriz diye uğraşıyoruz.
Oysa büyü denilen şey nefeste. İnsanın her nefes alışı ve verişi başlı başına bir sihir. O meşhur merakımızı biraz daha içeri doğru yöneltsek neler çıkacak karşımıza kim bilir.
Yaşam baştan sona kombinasyonlarla dolu bir mekanizma. Bir yerlere, bir şeylere takılı kalmadan devam edebilsek, sahip olduğumuzun bilmem kaç katı genişlikte bir hayat yaşayacağız kim bilir.
Korkularımız sadece kol mesafesindeki şeylere uzanmamıza izin veriyor. Diğer elimiz mutlaka bir yerlere tutunmak istiyor. Çünkü boşluktan hoşlanmıyoruz.
Bu kimi zaman aile oluyor, kimi zaman duygularımız, bazen insanlar, bazen eşyalar bir şekilde tutunacak bir şey buluyoruz. Dediğim gibi büyücülerden korkuyoruz ama sahne gibi sınırlı alanda gördüğümüz sihirlere bayılıyoruz.
Büyülenmek demek kendinden geçmek, kontrolü kaybetmek demek. İmkânsız sandığın şeyleri yaşayabilmek demek. O zaman gücünün sınırlarını daha net görebilirsin. İçindeki diğer kahramanlarla tanışabilirsin. Elini kolunu bağlayan yargılarından kurtulup özgür olabilirsin.
Büyülendiğin zaman boşlukta adım atabilirsin. Korkularını kucaklayarak merakın tadını çıkarabilirsin. Bu tuğlaları, bilinmezliklerle dolu hayatta hiçbir zaman güvende olamayacağınla yüzleşmek ve bunu kabul etmek insanı en hızlı büyüten deneyim. Sırf bunu idrak etmek bile insanı baştan aşağı silkeleyecek bir hareket.
O andan itibaren seni büyüleyecek şeyi daha net görürsün işte. Seni yanıltan ayrıkotlarını temizledin mi, hayatından kalanlar senindir işte, bir nevi de sensindir.
Tavşanın şapkadan çıkmasıyla zaman kaybetmezsin, onun gözlerine bakar kendi başına nasıl büyüleyici olduğunu görebilirsin.
Gerçek sandığı, sıkıcı bulduğu, monotonluğundan şikâyet ettiği hayattan kaçarak buldukları büyülemez insanı. Belki de çoğu zaman en güçlü büyücüler fal bakan çingenelerdir. Büyülenmek için sadece ellere bakmak bile yeter….