Deyyan

Had kelimesini severim. Sınır demek ama kullanım alanı daha çok insanın sınırları için geçerli. Gerçi bu da saygı kelimesi ile çok fazla bağdaştırıldığı için anlam daralması olmuş bence. Haddini aşmak deyimi karşı tarafın sınırlarını ihlal etmek gibi kullanılıyor ama daha geniş açıdan bakarsak had dediğin zaten iki bölge arasındaki çizgidir.

Birinin senin alanına izinsiz girmesi aynı zamanda senin kendi sınırlarını yeterince belirlemediğin ya da koruyamadığın anlamına da gelir. Bu nedenle sınır ihlallerinde sorumluluk her iki tarafa da aittir. Bir noktada verdiğin küçük bir açık ya da fark etmediğin bir zaafın seni korumasız hale getirmiş olabilir.

Her ne kadar kolektif yaşamak zorunda olsak da birey olarak varlığımızı gösterebileceğimiz bir alana ihtiyacımız vardır. Bu doğduğumuz andan itibaren geçerlidir. Kordon bağımız kesildiği an bireyliğimiz başlar.

İnsanın nefese ihtiyacı var. Aynı zamanda o nefesi alabileceği alana. Niyetten bağımsız, insanlar birbirinin alanını ihlal ettikçe havayı azaltıyorlar. Nefes azaldıkça can havliyle daha çok birbirlerine yapışıyorlar. Kiminin bahanesi yalnızlık, kiminin ki bağımlılık kiminin ki ise aile kavramı. En çok ihlallerin yaşandığı yer de sevgi kurdelasıyla bağlanmış aile ortamları.

Eşler, ebeveynler, çocuklar herkes birbirinin içinde. Yalnızlıktan kaynaklanan korkunun elleri sahiplenmek veya aidiyet.

İnsanın kendini var edebilmesi ve bunu göstererek toplumun gerekli bir parçası olabilmesi için alana, zamana ve edindiği bilgileri deneyime dönüştürmeye ihtiyacı vardır. Ancak deneyimler ile şekillenebilir çünkü. Bebekliğinden yani daha bilincin tam anlamıyla oluşmasından bile önce başlar bu serüven.

Mizaç tohumuyla doğar, sonra yavaş yavaş kişiliği oluşmaya başlar ve ardından karakteri kendini gösterir.

Ayakta durabilmek için desteğe ama aynı zamanda dallarını esneteceği kadar da alana ihtiyaç duyar. İşte bu dönemde yalnızlık kavramına atfettiği anlam çok uzun süre onunla yaşar.

Yalnızlık dediği şey insanın kendi etrafında çizdiği bir çemberdir. O çemberin içi kendine ait güvenli alanı, dışı ise sosyal çevresidir. Yani yalnızlığın bir içi bir dışı vardır.  İnsanın genelde hissettiği dışardaki boşluktur. Çünkü evinin penceresinden baktığında hep birilerini görmek ister.

İşte had dediğimiz şey de aslında bir nevi o çemberin sınırlarıdır. Biri içeri girince de rahatsız oluruz, dışarısı boş olunca da rahatsız oluruz. Yani kafamıza göre herkesin bir konumu vardır ve orada durmalıdır. Ne ileri, ne geri.

İşte biz bu sınırları kendimiz için çizmeyi bilmediğimizde, ister istemez etrafımızdakileri de algılayamıyoruz. Sonra bütün duygular, kavramlar birbirine karışıyor. Beklentiler, hayal kırıklıkları, kavgalar tartışmalar havalarda uçuşuyor. Kendi sınırlarını bilemeyen anne baba ister istemez çocuklarına da bunu öğretemez çünkü.

Bu çemberin yarıçap ölçüsü o kadar hassas ki. Bir miktar içeri dışarı kaydığında bile bütün değerler alt üst olabiliyor.

İnsanın haddini bilebilmesi için önce kendini bilmesi gerekiyor. Bacakları boyuyla orantılı, adım mesafesi ise bacak ile bağlantılıdır. Boyundan posundan haberi olmayan, attığı adımı kontrol edemez. Bunu yapamayan da hedefini göremez.

İnsan kendini uzaktan enine boyuna ölçebilmeli ki yalnızlık çemberini çizebilsin.  Bu çemberin içinde boşluğa dışında ise desteğe ihtiyacı vardır. Onu da ancak varlığını ayağa kaldırabilen net şekilde algılayabilir.           

Bir yanıt yazın