Deyyan

Küçüğü devleştirmek yerine, büyüğün ayrıntısında kaybolmak. Algılanan boyutla verilen değer arasındaki orantı kafa karıştırıcı. Bu karışıklığa teklik çokluk da girince iş içinden çıkılamaz bir hal alıyor. Sıralama ihtiyacı nereden gelir ki? Yerleşim kaygısından muhtemelen. Kendini dünyaya yerleştirmek isteyenin sıraya girmesi gerekiyor. Benim böyle bir kaygım yok. Kendi halimde yolumdan giderken, çekiştiriyorlar kolumdan. Onun önüne geç, olmadı bunun arkasındasın. Ne olduğunu anlamadan bakınıyorum etrafıma. Öyle bir kargaşa var ki nedenini kaçıralı çok olmuş. Olur ya bazen öyle. Bir çaba içerisindeyken başlangıcı kaçırır, çırpınır durursun. Birileri sana gelip “Derdin nedir kardeşim?” diye sormadan kaldıramazsın kafanı. İşte bu sıradaki kargaşa da ona dönmüş. Şimdi sorsam bunlara neyin sırasındasınız, nereye varmaya çalışıyorsunuz? Cevap verebilirler mi acaba? Daha da fenası; Beni neden çekiştirdiniz de soktunuz araya desem, sen kimsin ki derler  muhtemelen. Küçükler büyükler, uzunlar kısalar zayıflar şişmanlar hepsi de yerleşme çabası içinde. Usulca eğiliyorum yanımdakine “Ne sırası bu?”   “Ölüm sırası” diyor bana. İrkiliyorum. Diğeri oradan atlıyor “Saçmalama, yaşam sırası burası, ölüm diğer tarafta.” “Aman ne fark eder” diyor beriki. “İkisi de aynı kapıya çıkıyor.”  Sırada; ölmek için ayrı, yaşamak için ayrı mı bekliyorsunuz? Hayır diyorlar biz Altın kapıya ulaşmak için bekliyoruz. “O kapıdan geçebilenler en değerliler.” “Sonrası?” “Sonrasını ne bilelim geçeceğiz göreceğiz işte amma çok soru sordun ha?” Soru sormak pek işlerine gelmiyor. Cevabını kendilerinin de bilmedikleri sorular canlarını sıkıyor. “Neyse ne, ben yoluma, siz yolunuza” diyorum sıradan çıkmak için adım atıyorum. “Hop” diyorlar “Çıkamazsın, sırayı bozamazsın.” Kendi yolumu bulmam, bu kalabalıktan, gürültüden kurtulmam lazım. Derken cama çarpıyorum. Kalabalığın yarısı, camdaki yansımaymış. Arkama dönüyorum, tekrar önüme bakıyorum bir an algımı kaybediyorum. Hangisi gerçek bunların? Boyutlar, sayılar, renkler karıştı. Sıradakilerin ismi cismi değişti. Kimdiniz, kim oldunuz? Bir an kendimi arıyorum. Cam da ki yansımamı bulabilirsem, nerede olduğumu anlarım diyorum. Kendimi göremiyorum. Bende ki asıl telaş o zaman başlıyor. Ben varım biliyorum ama neden göremiyorum. Sağımdakini çekiştiriyorum “Baksana cama, beni görüyor musun?” “Ne camı?” diyor. “Kendini görüyor musun peki?” “Biliyorum ya görmeye ne hacet” deyip, kafasını çeviriyor. Anlıyorum ki hiçbiri görmeden ilerliyor. Bunun için bu kadar yakınlar birbirlerine. Dokunarak, çekiştirerek ilerliyorlar. Boyut bu yüzden önemli demek ki. Dokunduklarını gerçek sandıkları için, yollarını öyle buldukları için. Beni de bilmeden çekip aldılar içeriye. Bu kargaşadan bilinmezden kurtulmalıyım. Camın arkasına geçmem, olanı biteni anlamam lazım. Önce kendimi bulmalı neye benzediğimi bilmeli. Sonra yansımamı takip etmeli. Elbet bunun bir başı – sonu olmalı. Gözlerimi kapatıyorum, ellerimi cama yapıştırıyorum. Soğuk, pürüzsün, kaygan. Demek ki yansımam da böyle. Ama ben öyle değilim biliyorum. Ancak arka tarafa geçersem gerçeği anlayabilirim. Bu kalabalıkta yürümenin imkânı yok. Bu camı kırmalı. “Canım yanar mı? Evet yanar ama dayanırım. Kırmalı var gücümle vurmalı. O anda büyük bir gürültü oluyor. Cam tuzla buz.  Gözlerimi açtığımda uçsuz bucaksız bir diyarda, tek başınayım. Bir ben bir de bu ağaç.

30-08-2023

Deyyan

Bir yanıt yazın