Deyyan

Ünlü Ayakkabı Tasarımcısı ile Kısa bir Röportaj

Aylardır peşinde koştuğum röportajı tamamladım sonunda. Onun ayakkabı mağazasını bir çoğunuz duymuşsunuzdur ama eminim siz de benim gibi kendisini hiç görememişsinizdir. Hala da göremeyeceksiniz ne yazık ki fotoğraf çekemedik ama en azından kelimelerini duyabileceksiniz. Mağaza içerisinde anlam veremediğiniz, merak ettiğiniz birçok şeyin nedenini de bu yazıyla bulacağınıza inanıyorum. Örneğin neden her ayakkabıdan sadece bir numara olduğu gibi.      

Ayakkabının sizin için anlamı nedir?

Ayakkabı insanın ayağını yerden kesen bir araç. İlkel dönemlerde ayakkabı kullanılmazmış. İnsanlar böylece doğayla doğrudan iletişim halindelermiş ve bastıkları yerin yarattığı duyguya göre şekil alırlarmış. Ruh hali bir yönüyle insanın etrafıyla ilişkisi üzerine değişen hava durumu gibi. İçinde yaşadığı atmosferde hayatta kalabilmek için şekil almak zorunda. Ayakkabı olmadığı zaman doğrudan dirsek temasında ve yaşam hızını ona göre ayarlayabilir. Taşlı, engebeli, çamurlu ve tehlikeli zeminde ister istemez daha yavaş ve dikkatli olur. Kırlarda, yeşillerin içinde ise rehavete girer. Doğayı okuyabilmek için daha net görür, bazı tehlikeleri ise burnuyla algılar. Ayakkabı doğayla aramıza giren ve kendi kendimize yarattığımız sanal güvenlik aracı.

Bir ayakkabı tasarımcısı için oldukça sıra dışı bir tarif sanki. (Gülüşmeler) O zamanlardan bu zamana gelirsek insanlar model seçimi daha çok hangi kriterlere göre yapıyor sizce?

Ayakkabıdan önce, insanın adım şekli yaşam prensipleri ile paraleldir. Kalabalık bir alanda sessizce bir köşeye oturup insanların sadece adımlarını izleyerek onlar hakkında çok şey öğrenebilirsiniz. Örneğin insanlara adımlarını izleyebileceğiniz mesafede durur ve gözlemlerseniz daha sağlıklı iletişim kurabilirsiniz. Adım için birbiriyle uyumlu iki ayak ve denge gerekir. Hayatta da ilerlemek için aynısı gerekmez mi? Bazı insanlar çok hızlı yürürken, bazıları tereddütlü adım atarlar. Onların hayatlarına da bakarsanız hızlı karar alan ve risk alabilen biri ile daha temkinli, bazen, kararsız ve ağır birini görebilirsiniz. Kimi yürürken ayakları açık ve dışa doğrudur kimilerinin ki ise tam tersi. İçe basanlar, dışa basanlar vardır. Topuklarını vurarak yürüyenler ile parmak ucunda sessizce ilerleyenler vardır. Tek tek yorum yapmaya gerek yok artık siz de yavaş yavaş bu bulmacayı çözebilirsiniz. İşte ayakkabı adımların kılıfıdır ve ona göre şekil alırlar. Ne ilginçtir ki insanlar karakterlerindeki ayrıntıların farkında olmadan onları dengeleyecek modeller seçerler. Böylece hem kendilerini daha tam hissederler, hem de etraflarına karşı kamufle olabilirler. Bunun için hangi ortamda nasıl görünmek istedikleri önemlidir. Bu bir nevi hayatta duruşlarının da göstergesidir.

         Ayakkabıya kavram olarak bakarsak eğer, kültürel bir sembol olarak nasıl yorumlardınız?    

Ayakkabı adım sembolüdür. İnsan için en önemli iki adım ise ilk ve son olandır. Bütün canlılar arasında doğduktan sonra en geç ayakta duran insandır. Bunun için büyük çaba harcar. Vücudunun farkında olması, onu araç olarak kullanmayı öğrenmesi, doğaya kafa tutarcasına ayağa dikilmesi ve kuvvetli bir yerçekimine rağmen ayaklarını yerden keserek dengeye gelmesi büyük mücadeledir. İnsanın yaşama karşı ilk direnişidir yürümek. Bunun için ilk adım ayakkabı ile kutlanır ve çok önemlidir. Bundan sonraki duruşunu şekillendirecek, dengesini düzenleyecek, sağlıklı ilerlemesini sağlayacak bir araç. Aynı zamanda dünyada ilk kapladığı yerin alan ölçüsü. Bunun için özenle alınır ve işi bitince saklanır.

Son ayakkabı ise adım bitince uçları dışarı bakacak şekilde kapının önüne koyulur. Tıpkı nefes gibi adım da bitmiştir artık. Bunun ilanıdır. Adımdan ayak, bedenden ruh, evden can çıkmıştır artık. Ayakkabı da bu ritüelin içerisinde sembol olarak yerini alır.   

            Ayakkabılara çok düşkün olan ve yüzlerce ayakkabısı olan insanlar görüyoruz. Sizin de en iyi müşterileriniz olsa gerek. Sizce bu düşkünlüğün nedenleri ne olabilir?

 Bu sorunun cevabı çok katmanlıdır. Onlarca farklı noktadan cevap verilebilir. Gözden kaçırılmaması gereken ilk konu tabi ki üretim çokluğu ve alım gücüdür. Birçok konuda olduğu gibi ayakkabı konusunda da ihtiyacın üzerinde üretim ve bunu dengeleyebilmek için insanlar üzerinde yaratılan sanal bir ihtiyaç algısı vardır. Bu başlı başına bir katman. Hala eski zamanlarda olduğu gibi ihtiyacı olan bir ayakkabıyı alıp, uzun bir süre kullanıp gerektiğinde değiştiren insanların sayısı da az değil. Gerçi araçların artması, adım sayısının azalması, malzeme kalitesinin artması gibi etkenler göz önüne alındığında yetişkinlerin ayakkabıları pek eskimiyor. Ayakkabıların hakkını veren tek kesim orta alt tabaka çocukları. Onlar ayakkabıların kendilerini işe yarar hissetmelerini sağlıyorlar.  

Sorduğunuz kesime gelince işimiz gereği en çok onlarla birlikteyiz. Bazılarının maaş günlerini ve bazılarının ise aylık davet programlarını biliriz. Onların sevdikleri bir ayakkabıyı gördüklerinde ki bakış ifadelerini başka bir yerde göremezsiniz. Genellemek çok da doğru değil. Bir çoğu ayakkabıyı hayatında eksik bir kavramın yerine yerleştirmiş oluyor ve devamlı alarak onu tamamlamaya çalışıyor. Bazıları için bulamadıkları kişilikleri, bazıları için ise aşkları, hayalleri. Kimi için toplum içerisinde istedikleri konum için bir araç. Markasıyla, kalitesiyle, fiyatıyla kendilerini dahil etmek istedikleri statü. Özel bir şeye sahip olmanın verdiği değerlilik duygusu. Geçici haz duygusu. Kalıcı doyuma ulaşamadıkları için de döngünün içerisinde kayboluyorlar.        

      Peki son olarak masanızda duran cam ayakkabıdan da yola çıkarak Külkedisi masalındaki ayakkabı hakkındaki fikirlerinizi çok merak ediyorum.  

(Gülüşmeler) Evet, mağazayı ilk açtığımız zamanlar bunu çok sevdiğim tasarımcı bir arkadaşım hediye etmişti.

Masalda prens bir tek ayakkabı ile bütün ülkeyi geziyor çünkü o ayakkabı tek bir ayağa girebilir. Kardeşlerden biri parmaklarını kesiyor, kendilerine ait olmayan bir hayata sahip olabilmek için her şeyi göze alıyorlar ama yine de işe yaramıyor. Modeli numarası ne kadar aynı olursa olsun bence de her ayakkabı ilk ayağına giyene aittir. Bu parmak izi gibi bir şeydir. Kılıf, ayağın şeklini alır.  Tıpkı hayatın içine giren karakterin şeklini aldığı gibi. Tıpkı bedenin içinde yaşayan ruha göre şekillenmesi gibi. Tıpkı nefesin ciğerlere yerleşmesi gibi. Hayatta her şeyin ait olduğu tek yer vardır. Eğer ki sahip yerinin bulduğunun farkına varabilirse huzura erer. İşte önemli olan ayakkabıdan ziyade onun sizin ayağınızın şeklini alabilmesidir. Kalıp sert olur ve siz ayaklarınızı zorla ona sokmaya çalışırsanız canınız yanar ve adım atamazsınız.

Külkedisinin ayakkabısı da ilk giydiği anda ayağının şeklini almış, tıpkı prensin kalbi gibi.

         Çok keyifli bir sohbetti. Yıllardır moda dergileri için röportajlar yapıyorum, makaleler yazıyorum ve anladım ki ayakkabılar hakkında pek bir şey bilmiyormuşum. Onlarla sadece nesnel iletişim kurmuşum. Bu hafta sonunu ayakkabılarıma ayırmalıyım.

(Gülüşmeler)

Bir yanıt yazın