İnsanın kendine baktığı pencere genişledikçe gördüğü manzara derinleşiyor. O pencerenin önünde hareket ettikçe kör noktalar da manzaraya dahil olmaya başlıyor. Bunu yapanlar ancak içeri girebilenler. Karanlık koridorlardan geçtikten sonra pencerenin yerini bulup ışığa ulaşabilenler. Diğerleri arka bahçedeki üç beş ağacın arasında dolanır dururlar. Gerçeği görebilenler ancak duvarın arkasını merak edenlerdir. Karanlığa adım atmaya cesareti olanlar. Nefesinin rüzgarıyla karanlık koridorlardan yürüyüp, uzaktan gelen ışığı kalbiyle görebilenler.
Onların da ani ışık gözlerini alır, kısarak açmaları gerekir. Açtıkça şaşırırlar, gördüklerine hayran kalırlar. Ferahlığı geldikleri darlıktan çıkarırlar.
İşte o pencerenin ardındaki manzaranın renkleri; duygular. Ancak oradan bakabilen içindeki duyguların çeşitliliğini görebiliyor. Renklerin geçişindeki sertlik ve yumuşaklığa insanın ruh hali deniyor.
Ayrıntıları görebilmek için gecesiyle gündüzüyle uzun bir süre izlemek gerekiyor. Duygusuzlukta ki karanlığı, ani geçişlerdeki dalgalanmayı fark etmek zor iş.
İlk anda donuk görünen manzara sen hareket ettikçe canlanmaya başlıyor. Kör noktaları anladıkça pencere genişledi sanıyorsun halbuki o anda duyguların dansı başlıyor.
Yaşayanların çoğu ömürlerini arka bahçede geçirir. O kapıyı açıp içeri giremezler. İçeri girenlerin bir kısmı karanlıktan korkar ışığa ulaşamadan güvenli alanlarına geri dönerler. Kimileri ise pencerenin önünde çakılı kalır ömrün sadece izleyerek geçeceğini sanırlar.
Oysa asıl hayata manzarayla yetinemeyip ön kapıdan çıkabilenler vakıftır. Renklerin içine dalabilenler. Hissederek yaşayabilenler. İyisiyle kötüsüyle korkmadan dahil olabilenler.
Onlar artık renklere isim vermez, duyguları kategorize etmez. O neymiş bu neymiş diye teker teker incelemez. Sadece gözlerini kapatır hissederler. Bu kötüymüş istemem veya burası iyiymiş hep burada kalayım da demezler.
Onlar ne zaman, nerede olması gerektiğini bilirler.