İnsanın özgür iradesi ile sadece kendi istediği bilgiye sahip olması ve buna paralel yarı izole bir yaşam en büyük korunma yöntemlerinden birisi olsa gerek.
Geçenlerde babamla konuşurken bana “Evde televizyonun olmaması ne güzel bir şey senin için. Şu aralar nereyi açsan kötü bir haber var ve insanı çok kötü etkiliyor.” dedi. Evet neredeyse yedi-sekiz yıldır bizim evimizde televizyon yok. Bir gün büyük oğlum kırdı ve ben onu attıktan sonra yenisini almadım. Sevmediğimden ziyade, ki zamanında çok severdim, zamandan kazanmak için ve çocuklarımı koruyabilmek için istemedim.
Burada ekrandan korumaktan bahsetmiyorum aslında gereksiz ve kontrolsüz bilgi girişinden bahsediyorum. Ekrandan koruyabilmek apayrı ve zorlu bir savaş gerektiriyor.
Şu anda televizyon duvarında boydan boya bir kütüphane var canı sıkılan onu izliyor. Çok ilginç; televizyon duvarı denen bir şey var. Evlerin tasarımında televizyon için ayrılan bir duvar var ve kalan tasarım genellikle bu referansla yapılıyor. Koltuklar, oturma düzeni, yemek masası onu görecek şekilde konumlandırılıyor. Bu bana çok garip geliyor.
Bunlar sosyolojik konular tabi eminim çok da derindirler. Derdim bunlar da değil. Ben insanın kaptığı gereksiz bilgi virüslerini düşünüyorum.
Zihin öyle bir şey ki, sen iste ya da isteme etrafında olup biteni sünger gibi çekiyor. Bunun için senden izin istemiyor. Bilinç, bilinçaltı, kollektif bilinç hatta en tehlikelisi kollektif bilinçaltı fark etmeksizin bir yerlere sıkıştırıyor. Çöpçü bilinç. Sen uyanıksan eğer ayıp olmasın diye düzenliyormuş gibi yapıyor, yerleştirmeye çalışıyor ama sen uyuyorsan eğer sağa sola tıkıştırıyor. “Belki bir gün lazım olur” da en büyük bahanesi.
Sosyallik ve birlikte yaşamak insanın ilkel doğasında olmazsa olmazlardan. Yalnız kalanı kurt kapar çünkü. Bunun için de etrafından haberdar olmalı. Eli kolu, birilerine ya da bir yerlere dokunmalı. Onun dışında kendi varlığına şahit bulmalı. Bunun için evlenmeli, çoğalmalı. Dünyaya bağlanacak halatlar bulmalı. Bunun doğrusu yanlışı yok. Binlerce yıldır doğanın geliştirdiği sistem, hayatta kalabilme stratejisi bu.
Birbirimizin içinde yaşar haldeyiz. Özel alanlarımızı, kimliklerimizi, varlıklarımızı, özümüzü o kadar kaybettik ki birlik olamıyoruz. Çünkü yapı taşını oluşturamıyoruz. Parçaların bütünleşmesi için en basit haliyle diş ve yuva gerekir. Kendine özgü biçim gerekir.
İnsan kendi biçimini keşfedebilirse ancak, ona uygun diğer parçayla birleşebilir.
İzole yaşam bu devirde yalnızlık, asosyallik, dünyadan bihaberlik, silik, sönük bir hayat olarak algılanıyor. Halbuki diğer taraftan bakarsak buna biçimini gösterebilmek için boşluk yaratmak da diyebiliriz.
Benim bakış açıma göre iki şey çok kıymetli. Birisi zaman, ikincisi öznellik. Zaman kısıtlı olduğu için ya da bir yere yetişmek için değil, bulunduğun an da aldığın nefesi hissedebilmek için, fark edebilmek için önemli. Çünkü her nefes seni inşa eden bir tuğla. Her an’ın seni şekillendiren harç. Bunun farkına varmazsan neye dönüştüğünü anlayamazsın. Bu nefesi nasıl, kiminle ve ne ile uğraşarak yerleştireceğim sadece benim seçimin olmalı. Mecburiyetim olmamalı.
Bir diğer şey ise öznellik. Herkes şahsına münhasır olsa ya. Ben kendi özelliğimi bilirsem ancak onu koruyabilirim. Biricikliğimin farkında olursam onu gösterebilirim. İçinde yaşayacağım mahalleyi seçebilir, uyum sağlayabilir ve ilkel yapımın gerektirdiği gibi sosyalleşebilirim. Mahalledeki bahçelerin duvarları birbirini göremeyecek kadar yüksek olmamalı ama aynı zamanda sınırları o kadar da karışmamalı.
Haddini bilmek önemli. Çok severim “had” kelimesini. İnsanın haddini bilmesi bir anlamda en üst sınırlarını da bilmesi anlamına gelir. Kendi alanını tanımlayabilmesini sağlar. Böylece büyük resme bakıldığında kimin nerede yerleştiği net olarak görülebilir.
Televizyon ve sosyal medya bir taraftan ulaşamayacağın yerlere uzanan göz kulak olsa da diğer taraftan hadleri karıştırıyor.
Herhangi bir yerden veya kişiden gelen, zihnimi çelen gereksiz bilgi girişi benim hem zaman kaybetmeme hem de sınırlarımın ihlaline neden oluyor. Öznelliğimi tehdit ediyor. Ortalığı karıştırıyor.
Bir topluma dahil olabilmem için önce kendimi konumlandırabilmem gerek. Konumumu bilmek için ise kim olduğumu bilmeliyim. Bunu dış etkenlerle değil ancak iç kaynaklarımla başarabilirim. O kaynaklara ulaşmamı sağlayacak yolların temiz olması için ise sessizliğe ihtiyacım var.
Bu yazılar sabah sabah bahçe duvarından yan komşuyla ayak üstü sohbet gibi geliyor bana. Sessizliğin içindeki sohbetler kıymetli.
Harika yazı aynını düşünüyor olmam öznelliğimizi bozmaz değil mi😊
Teşekkür ederim:) bence kendi öznelliğimizde sosyalleşmemizi sağlar, ne dersin? :))