Ayağa kalktı, sandalyeyi sırtından kavrayarak ofisin penceresine fırlattı. Güneş artık çerçevenin altında oluşan cam kumsalından yansıyordu. Adam donuk bir şekilde ışık oyununa bakarken sol yanağında patlayan tokatla irkildi. Kadının gözlerinde korkuya bulaşmış öfkeyi görebiliyordu. Korkunun üzerinde yürümeye alışık kadınların cesareti ender bulunan bir duygudur. Onların öfkesi ise kimseninkine benzemez. İşte ona aşık olma nedeni bu güçtü. Yediği tokatın ardından tepki vermedi. Biraz önce fırlattığı sandalyeyi, yerine koydu. Hiç bir şey demeden çıktı gitti.
Sema koltuğuna otururken temizlikçi elinde süpürge kapıda belirdi.
- Temizleyim mi abla?
- Temizle, Sedaya söyle Camcı Ali’yi arasın.
- Aradı aradı abla iki saate gelecekmiş.
- İşin bitince bana da bir kahve getir, sana zahmet.
- Taze yapmıştım, hemen getiririm.
Önünde ki ekrana baktı. Evin mutfak kısmı tamamlanmış salon takımları ve aydınlatma malzemeleri bekleniyordu. Adamlar siparişlere yetişemiyordu. Salgından sonra insanların bahçeli ev tutkusu artınca onların sektörü de canlanmıştı. İş çok, zaman yok diye söylendi.
Yürümek iyi gelmişti. Kafasında ki duman dağılmış, aklına yeni bir tasarım fikri gelmişti. Nedense bu krizlerden sonra yaratıcılığı artar, ya çizim yapar, ya da üzerinde çalıştığı problemlere çözüm bulurdu. Sakin zamanlarında sandalyelere bakar ve hangi tartışmadan sonra tasarladığını konuşurlardı.
- Bu sapıkça bir bağımlılık. Bazen sandalye çizmek için beni çıldırttığını düşünüyorum.
- Sanat öfke istiyor demek ki. Bak bunu hatırlıyor musun? Ödül almıştı. Ayrıldığımız dönemde yapmıştım. Neredeyse beş gün, gece gündüz çıkmamıştım atölyeden. Yoksa delirirdim herhalde.
- Kuyruğunu kovalayan kedi gibisin. Yaratıcılık sancısından kriz çıkarıyorsun, krizden kaçmak için kalemine sarılıyorsun. Manyaksın yani.
- Sensiz de çıldırırım, çizemezsem de tek bildiğim bu.
Akşam ikisi de geç saate kadar çalıştılar. Sema mimari danışmanlığını yaptığı evleri gezdi sonrasında da tekrar ofisine dönüp, yarım kalan işleri halletti. Yorgunluktan bayılacak haldeydi.
Telefonu çaldı. Emrah arıyordu. Ekrana baktı, özlemişti.
- İşin bitti mi almaya geleyim mi? Sahilde yürürüz biraz.
- Gel ama çok yorgunum, anca eve kadar yürüyebilirim.
- O da olur. Geliyorum hadi toparlan.
Ev, atelye ve ofis birbirine yürüme mesafesindeydi. Özellikle bunun için çaba sarfetmişlerdi ve üç farklı mekanı aynı daire içerisinde yerleştirmek hiç de kolay olmamıştı. Mekanları sıklaştırarak, hayatlarını sentezleme çabasıydı onların ki. Yalnızlığa alışmış insanların kaynaşma çabaları ister istemez kıvılcım çıkarıyordu. Bu kıvılcımlar bazen alev alıyor etrafı da yakıyor, bazen de sönüp gidiyordu. Bu şekilde ilişkilerinde sıra dışı bir denge yakaladıklarını düşünüyorlardı. İkisinin de yüksek çözünürlüklü duyguları yoktu. Bu nedenle de olayların üzerinden hızlı geçebiliyorlardı.
- İtalya da ki yarışmaya katılacak mısın?
- Bence çok anlamsız bu yarışmalar ama senin işine yarayabilir diye düşünüyorum.
- Müşterilerime “Sevgilim ödüllü tasarımcı, evinizde özel tasarımlar kullanıyorum hadi yine iyisiniz!” demek havalı olur ha. Sonucun sorumluluğunu alma cesareti gösteremeyenler her şeyi başkası için yaparlar. Bu tavır sende iğreti duruyor. Geç oraları.
Adam bir süre sessiz kaldı.
- Kararsızım demek ki. Senin üzerinden karar vermek daha kolay geliyor belki de. Hayatı aidiyetsiz paylaştığımızı unutuyorum. Sen sensin, ben benim.
- Gerçekten çok yorgunum ve bu saatte ilişki kritiği yapacak halim yok. Sadece sıcak bir duş alıp yatmak istiyorum.
- Atölyede biraz daha işim var sen yatmadan gelmeye çalışırım.
Kadın bahçe kapısından girdikten sonra, devam etti. Sahil yolunda bir süre yürüdükten sonra, atölyeye uğramadan eve tekrar döndü.
- Günaydın. Bu hafta sonu çok işi var mı? Kulübeye gidelim mi?
- Ofiste yorucu bir haftaydı. Benim de biraz nefes almaya ihtiyacım var?
Yaz kış belirli aralıklarla kamp yapmak rutinlerinden biriydi. Ana yoldan yirmi dakika içeride, köylüler dışında pek de kimsenin bilmediği bir kamp yerleri vardı. Ormanın içi, deniz kenarı. Belirli yere kadar araçla gider, oradan da yürürlerdi. Zaman içerisinde muhtarla konuşarak küçük bir kulübe bile yapmışlardı. Kamp malzemelerini oraya koyuyor, çadırda uyumayı tercih ediyorlardı.
Cumartesi sabaha karşı çıktılar yola. Gün doğumunu orada karşılamak istiyorlardı. Köy iki saat mesafedeydi. Gider gitmez hamaklarını açtılar. Etrafı temizleyip, kahvaltılarını hazırladılar. Koskoca iki günleri vardı. Kahvaltıdan sonra sahile indiler. İkisinin de konuşmayı çok fazla sevmemesi dingin zamanların derinleşmesini sağlıyordu. Sessizliğin içinde hem kendilerine, hem de birbirlerine daha iyi konsantre olabildiklerini düşünüyorlardı. Sessizlikle birlikte, gereksiz konuşmaların altına kaçan kelimeleri yakalayabiliyorlar, birbirlerini izleyerek, vücut dillerini okumaktan daha çok keyif alıyorlardı.
Akşam yemeğinden sonra yine hamaklarına attılar kendilerini.
- Neden sandalye? Yani onca eşya varken neden sadece sandalye tasarımı yapmayı seviyorsun?
- Nereden aklına geldi bu şimdi. Daha önce hiç merak etmemiştin.
- Bilmem, ara ara aklıma geliyor ama daha önce sormamıştım.
- Bilmem, düşünmedim. Sandalyeleri seviyorum.
Bu cevaba ikisi birden güldüler.
Emrah aniden;
- Sence neden birlikteyiz? Diye sordu.
- Başkalarıyla olamadığımız için galiba.
Sözleri kendi kulağına gelince Sema da rahatsız oldu. Birden çıkıvermişti ağzından. Konuyu toparlamak gibi bir çabaya girmeden doğrudan kaçışı seçti.
- İtalya’ya ne zaman gidiyoruz?
- Gelecek misin?
- Tabi ki. Kaçırır mıyım hiç. Hazır gitmişken biraz kalırız diye düşündüm ne dersin?
- İşlerini o kadar süre bırakabilecek misin?
- Ayarlayacağım.
- Tamam olur o zaman kalırız. Ona göre ayarlarım programı.
Ertesi gece eve döndüler. Keyifli bir hafta sonu geçirmişlerdi. Aralarındaki gerilim de epey azalmıştı. Herkes kendi işine hayatına geri döndü. Ortak zamanlarda kesişebilirlerse birlikte oluyorlar aksi durumda birbirlerini zorlamıyorlardı. Adam hafta ortasında İstanbul’a gitti.
Uçakta ilişkilerini düşünüyordu. Gerçekten haklı mıydı? Başkaları ile olamadıkları için mi birlikteydiler? Evet ondan önce uzun süreli bir ilişkisi olmamıştı. Bunu istememişti, çaba sarf etmemişti. Zaman içerisinde bu düşünceler sönümlenerek sustular. İlişkileri de hayatı da eski formuna geri döndü. İtalya da ki birkaç firmaya özel parçalar hazırlıyordu. Sema ise elindeki işlerin son teslim tarihleri yaklaştıkça hiç görünmez olmuştu. Sabırsızlıkla İtalya’ya gidecekleri zamanı bekliyorlardı. Bu tatil onlara çok iyi gelecekti. Emrah seyahate birkaç gün kala tekrar istanbul’a gitti.
Gittiğinin ertesi günü Irmak ile buluştular. Irmak okuldan arkadaşıydı hatta sevgilisinden sonra tek arkadaşıydı. Konuşkan, enerji dolu ve onun aksine sosyal bir kadındı. Akşam yalnız değillerdi Irmak onu seveceğini düşündüğü bir kaç arkadaşıyla tanıştırmak istemişti. Kalabalık ve tanımadığı insanlarla bu kadar zaman geçirmek pek de hoşlandığı şeyler değildi ama bu akşamdan çok keyif almıştı.
Hayatında insan sesleri çoğaldıkça yalnızlığın ve sessizliğin anlamı daha çok göze çarpıyordu. Sorun şuydu hangisi daha iyiydi? Yalnızlık ne kadar büyükse duvarlarına çarpan insan sesi bir o kadar güçlü yankılanıyordu.
Emrah o gece otele dönerken kaza geçirdi. Arabanın biri karanlıkta vurdu ve kaçtı. Yaşadığı acının şiddeti ile olayın basitliği ters orantılıydı. Vurdu ve kaçtı. Omuriliği zedelenmiş, bacakları kırılmıştı. Sema gelene kadar Irmak başındaydı. Sema geldiğinde beklenenden çok daha sakin görünüyordu. Irmak onun huyunu suyunu bilmese yadırgardı bunu ama Sema böyleydi işte. Duygularını göstermek, konuşmak onun için en büyük zayıflıktı. İnsanlar birbirlerini duygularından gafil avlarlardı. Güç demek en az reaksiyonu gösterebilmek demekti onun için.
- Nasılsın? Ağrın var mı? Doktorlar başka bir şey dediler mi?
- Yok…
- Tamamen ayağa kalkman ne kadar sürecekmiş?
Irmak bu soru karşısında oldukça şaşırmıştı. Kendisi olsa “Ben çok iyi bakarım sana endişelenme, en kısa sürede kaldırırız seni ayağa” gibi daha telkin edici cümleler kurardı. Sema ise gerçekçiliğiyle göz dolduruyordu. Kendisiyle kıyaslamaktan ziyade Emrah’ı sahiplenme ile ilgiliydi sancısı.
Hemen araya girdi.
- Bir süre hastanede kalması gerekiyormuş. Daha bir şey belli değil. Sen ne kadar kalabileceksin.
Sema Irmağa baktı ardından Emrah’a.
- Birkaç gün buradayım sonra kısa bir süre gidip işleri ayarlayıp tekrar geleceğim.
Kendini iğreti hissetmesinin nedeni onlar mıydı yoksa duruma karşı verdiği soğukkanlı tepki mi onu dışarı da bırakmıştı tam anlayamamıştı. Benim başıma gelse Emrah ne yapardı diye düşündü. Yatağın yanına oturdu, eğilerek Emrah’ı öptü, elini tuttu.
- Geçecek.
Onları gören Irmak hava alma bahanesiyle dışarı çıktı.
- Nasılsın, ağrın var mı?
- Hiç yürüyemeyebilirim biliyorsun değil mi?
Sema sessiz kaldı. Bunu biliyordu ama düşünmek istemiyordu.
O anda Emrah yanında duran bardağı duvara fırlattı. Sema başını kollarının arasına aldı. Sesi duyan hemşire koştu geldi.
- Ne oldu? İyi misiniz?
Emrah pencereye bakıyordu. Sema hemşirenin gözüne. Kadın bakıştan tahmin etti olanı.
- Haber vereyim de temizlesinler. Sizin de ilaçlarınızı getireyim.
Sema başıyla teşekkür edebildi.
Emrah verilen ilaçların da etkisiyle hiç konuşmadan uyuya kaldı. Uzun bir süre de konuşmayacaktı.
Aradan birkaç ay geçmiş, kırıklar toparlamış eve çıkmışlardı. Doktorlar tekrardan yürümesi için bir engel olmadığını ama bunun zaman alabileceğini bu sürede tekerlekli sandalye kullanabileceğini söylediler
Yataktan sandalyeye geçebilmişti sonunda. Hayatlarında çok şey değişmişti. Sema elinden geleni yapıyordu. Hastane ve işi arasında geçen koşturma epey yıpranmıştı ama hiçbir şekilde bunu hissettirmiyor ve asla şikayet etmiyordu. Her şeyi gayet sistemli, programlı ve duygusuz bir şekilde yapıyordu. Sanki sandığın ağzını bir açsa her şey dökülüp gelecekti. Onun için üzerine bulduğu her şeyi yığıyordu. Eskisinden daha fazla çalışıyor, daha az uyuyor ve yiyordu. Emrah bütün bunları görüyor sadece izliyordu. Eve gelen yatılı yardımcı onları epey rahatlattı ama ikisi de evde bir yabancının olmasına alışamadılar bir türlü. Hele erkek olması Semayı daha çok rahatsız ediyordu ama Emrah böyle istemişti. Bu çoğu zaman daha büyük gerginlik yaratıyordu.
Emrah tekrar çizmeye başladı. Farklı farklı mobilya tasarımları yapıyordu fakat artık sandalye çizmiyordu. Resim yapmaya başladı bu ona çok iyi geldi.
Kazadan beri günlük olayların ve işlerin dışında hiç konuşmamışlardı. Sema’nın erken geldiği bir akşam, onun keyifli olmasını fırsat bilerek ;
- Kulübeye gidelim mi?
Diye sordu Emrah. Sema önce durakladı sonra sandalyeye baktı
- Gidelim tabi.
- Merak etme hallettim ben o işi. Muhtarla konuştum bir iki değişiklik yaptırdım. Yoldan kulübeye kadar Ahmet yardım edecek, sonra geri dönecek. Belki önceki gibi olmaz ama yine de bize iyi gelir diye düşünüyorum.
- Kim bilir belki eskisinden de iyi olur.
Birkaç gün sonra yola çıktılar. Emrah’ın dediği gibi birçok şey düzenlenmişti. Bu işlerini oldukça kolaylaştırdı. Sahile doğru yapılan ahşap platformdan indiler. Gün batımına yetişmişlerdi. Emrah sandalyesinin arkasından Şarap ve kadehleri çıkardı. Sema bu sürprize oldukça şaşırmıştı. Uzun bir süre sessiz kaldılar. Kaçış suskunluklarının aksine bu huzur ve paylaşılan bir sessizlikti. Emrah:
- Ayrılmak ister misin?
Diye sordu. Sema hiç tepki vermedi. Gözlerini ufuktan ayırmadan
- İnce bir teklif.
Diyerek güldü. Şaşırmamıştı. Uzun süredir onun ilişkiyi sorguladığını hissediyordu. Eskiden bağımsız ve özgür olan birlikteliğin arasına sandalye girmişti. Aralarında ki garip ve sıra dışı bağ iyice içinden çıkılamaz bir hale gelmişti. Hele Sema gibi ilişkileri esaret olarak gören bir kadının bu çıkmazın içinde neler hissedeceğini sadece Emrah anlayabilirdi. İlişkiler konusunda kendi de ondan çok faklı değildi. Bu nedenle her ne kadar istemese de bunu sormak zorundaydı. Onun özgür olduğunu hatırlatmak zorunda hissediyordu kendini. Ne cevap alacağını da tahminen biliyordu. Uzun süredir kabullenmişti bunu. O anda Sema
- Benim daha iyi bir fikrim var. Evlenelim mi?
Diye sordu. Emrah yaşadığı şaşkınlıkla doğrudan Semaya baktı. Gülmeye başladı.
- Evet haklısın bu daha iyi bir fikir. Evlenelim
Küçük gülümsemeler kahkahaya dönüştü.