Deyyan

– Hoş geldiniz, nasılsınız bugün?

– İyiyim, teşekkürler. Siz nasılsınız?

Bu konuşma yapılırken her zamanki yerlerine oturdular. Kadın, uzun mavi koltuğun ortasına yerleşti. Omuz geride, kafa dik. Ayak ayak üzerine attı ve ellerini kucağında birleştirdi. Doktor her ay onun bu rahat, kendinden emin, meydan okuyan oturuşunu sakin sakin izlerdi. Gelen danışanlarından çoğu o koltuğun köşesine  ezik büzük oturur, ayaklarını bir türlü yerleştiremez, eline bir peçete parçası alır ve seans bitene kadar da onun kırk bin şekle sokardı. Doktor anlatılanları dinler, anlatılmayanları da peçetenin şeklinden çıkarır dosyasına eklerdi. Bu kadının peçeteyle işi yoktu. Kendince gerekeni anlatır, söylenmeyen ise gerekmezdi zaten.  

– Nereden başlamak istersiniz? Bu ay nasıl geçti?

– Herkes bir taraflara dağıldı, evi ben bekliyorum. Adamın iş seyahatlerinden de bıktım oğlan’ın  arkadaşlarından da. Bu ayın yarıdan fazlasında evde yoklardı. Ben onlar için hayatımı verdim, geldiğim hale bak, tek başıma duvarlara bakıyorum.

– Eşinizin iş yoğunluğu her zaman mı böyle?

– Aslında eskiden bu kadar yoğun değildi. Hafta sonları evde olurdu. Çocuğun masrafları arttıktan sonra başladı yoğunluğu. Tabi çocuk sorumluluk demek, o da sorumluluğunu bilen bir adamdır. Benim oğlum en iyi özel okullarda okudu çok şükür. Gerçi onda ki imkanlar, fırsatlar zamanında bana verilseydi ohooo.

–   Sizin imkanlarınız nasıldı?

– Ben bir yaşa kadar annem babamla yaşadım, kardeşim olduktan sonra babaannem ve dedemin yanına taşındım. Genç kızlığım ergenliğim onlarla geçti. Ardından eve dönmek zorunda kaldım.

– Neden mecbur kaldınız?

– Bunlar geçti gitti doktor bey. Konuşmak zaman kaybı bence. Benim tek derdim oğlumu adam edebilmek. Size gelme nedenim de bu biliyorsunuz. En baştan konuştuk bunu. Benim bir problemim yok zaten. Onların problemlerini çözmem gerek.

-Sizce eşinizin problemi ne olabilir?

– Çok yüzü yumuşak. Kim ne derse yapmaya çalışıyor, herkesi mutlu edebileceğini sanıyor. Yok böyle bir dünya ama anlatamıyorum ona. Bu dünya güçlülerin dünyası. Güçlü olan ayakta kalır. İstediğine ulaşmak için gerektiği kadar sert olabilmelisin yoksa vururlar kafana kalırsın mal gibi ortada. Bunun annesi babası sözde okumuş etmiş insanlar. Sorsan çok iyi evlat yetiştirmişler. Bilgili, kültürlü, görgülü. Yabancı ülkelerde okutmuşlar. İyi, hoş temiz adam olmuş da savaşmayı bilmiyor.  Bir hayvanı hayvanat bahçesinde yetiştirip ormana salamazsın doktor bey, yerler adamı. Çok anlattım ama dinlemiyor beni.

– Peki siz bunları söyleyince karşılığında nasıl tepki veriyor, Ne diyor mesela?

– Sakin ol hayatım, falan filan. Biz kavga etmeyiz. Onunla kavga edilmez çünkü. Konuşmaz o. Ben konuşurum konuşurum bir süre sonra bakarım ki o gitmiş yatmış ben kendi kuyruğumu kovalıyorum. Onu bıraktım artık, bu yaştan sonra ona yapılacak bir şey yok. Bir ara boşanmayı bile düşündüm ama ekonomik nedenlerden ötürü vaz geçtim. Bu kadar yıl kahrını çektim, şimdi bırakayım da başkaları mı  sefasını sürsün. Asla izin vermem buna. Böyle geçinip gidiyoruz işte. Onu bıraksam bu saatten sonra başkasını da bulacak değilim. O bulursa da hazmedemem, parçalarım.

– Peki oğlunuz? Onun yaşam felsefesi ne olabilir sizce?

– İşte derdim o. Babasının kopyası. Aynı sakinlik, aynı iyimserlik. İkisi pek iyi anlaşırlar zaten. Bu küçükken de kaçtı kaçtı babaannesine gitti. Onlar böyle yaptı. Ben de babaannemle dedemle büyüdüm. O nedenle de sesimi çıkarmadım. Keşke çıkarsaydım, izin vermeseydim. Sümsük oldu çocuğum onların yüzünden.

– Siz neden babaanne ve dedenizle büyüdünüz?

– Kardeşim doğduğunda ben yedi yaşındaydım. Annem bir tuhaf oldu. Gerçi eskiden de tuhaftı ya. Sakin, sessiz, silik bir tipti. Annesi çok sertmiş. Kafasını kaldırsa dayak yermiş. Kardeşim olduktan sonra yetişemedi ikimize. Babam da beni babaanneme gönderirdi. Sonunda onlar da böyle gelgitle düzeni bozuluyor çocuğun bari kalsın biz bakalım dediler. Bizimkiler de kabul etti işte. Aman neyse ne. Bunların oğlumla kocamla bir alakası yok zaten. Sorundan uzaklaşıyoruz.

– Oğlunuz şu an kaç yaşındaydı?

– Yirmi yaşında bunu söylemiştim zaten unuttunuz galiba.

-Evet haklısınız “Yirmi yaşında. İyi bir üniversite de mimarlık son sınıfta. Aynı zamanda Aikido  eğitmenliği yapıyor. Yazlarını yurt dışında geçiriyor” diye not almışım.

– Bu sene İtalya da devam edecek okumaya. Oradan staj ve iş ayarlandı. Akıllıdır benim oğlum. Babası da akıllıdır ama biliyorsunuz çocuklar zekalarını annelerinden alırlar. Biraz daha güçlü olsaydı hiç gözüm arkada kalmayacaktı ama bu haliyle yerler onu.

– Anladığım kadarıyla eşiniz ve oğlunuz kendilerince hayatlarını planlıyor ve devam ediyorlar. Siz kendiniz için neler yapıyorsunuz? Bundan sonra ki hayatınız hakkında ne düşünüyordunuz, nasıl geçirmek isterdiniz?

– Bundan sonra mı? Kendi hayatınız ne demek? Ben ipsiz sapsız mıyım ki kendi kendime hayatım olsun doktor bey. Onlar olmadan ben kimim ki? Yıllarca evim için, yuvam için uğraştım durdum. Her şeyi kendim halletmeye çalıştım. Ben olmadan bir şey yapamazlardı ki zaten. Şimdi siz ne demek istiyorsunuz yani? Seninle işleri bitti bundan sonra bak başının çaresine mi? Ne saçma bir bakış açısı sizinkisi. Ben güçlü bir kadınım doktor bey. İstersem her şeyi yapabilirim ama benim hayatım kocam ve oğlum. Onlar olmadan olmaz. Sanırım bu son seansımız.  Sizin bu bakış açınızla devam edebileceğimiz sanmıyorum. Benim beklentilerim çok daha farklıydı ama siz zaman doldurmak için alakasız şeylerle uğraşıp duruyorsunuz. Ben bunu anlamayacak kadar salak değilim.

Kadın doktorun bir şey demesine fırsat vermeden sinirli bir şekilde kapıya yöneldi. Doktor ise arkasından oldukça sakin bir şekilde ayağa kalkıp elindeki kalem ve kağıdı masaya bıraktı. Kadının arkasından küçük adımlarla o da kapıya yöneldi. Kadın son anda döndü.

– Bana son kez söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Doktor gülümseyerek

– Hayır. Bir ay sonra görüşmek üzere, kendinize iyi bakın. Konuştuklarımızı  seans günlüğünüze yazmayı unutmayın.

Bir yanıt yazın