Deyyan

Yalnızbaşınalıktan yalnızlığa yolculuk, bu hikayenin adı. İkisi aynı şeymiş gibi görünse de değiller aslında. Yalnızbaşınalık dış dünyaya ait bir kavram oysa yalnızlık iç dünyaya ait. Yalnızlık daha çok insanın kendine yaptığı keşfin gerekliliği. Bu keşif yolculuğu başka türlü yapılamaz. Kahraman yalnız olmalı. Bu sadece dış dünyadaki çemberden kopmakla olmuyor, aynı zamanda insanın iç dünyasındaki kalabalığı da tanıması gerekiyor. Sonrasında aralarından sıyrılarak gerçek benliğine ulaşabilir.

Dış dünyadan soyutlanmak iç dünyadaki kalabalıktan kurtulmaktan daha kolay. Kapı dışarı kapatılır ama içerdekilerden basit bir kapıyla ayrışamazsın.

Okuduğum “İçimizdeki Kahraman” kitabında sadece 6 arketipi anlatıyordu oysa benim kendimde fark ettiğim tam 22 arketip var. Yani bir sürü rol ve kostüm.

Arketipler üzerine çok düşünüyorum. Yaşadığımız hayat formunda hem genetiğimizle hem de içerisinde yaşadığımız toplumun yapısıyla bağlantılı olarak geliştirdiğimiz düşünce tipleri diye tanımlasak çok da yanlış olmaz sanırım. Farklı düşünce modellerine göre geliştirdiğimiz içsel karakterler. Yani içimizde bir sürü karakter ile birlikte yaşıyoruz.

Benim daha çok üzerinde düşündüğüm; herhangi bir düşüncemin, duygumun veya davranışımın bunlardan hangisinin etkisi altında olduğunu bulabilmek. Sonrasında da onun olumlu ve olumsuz yönlerini fark edebilmek. İşte o zaman  kendime bir adım dışarıdan bakabiliyorum gibi geliyor.

İnsanın hedefi mutlu, huzurlu, ve rahat yaşamaksa eğer işte  dışarıdan bakabilme becerisi bu kavramların daha net görülmesini sağlıyor. Yani insanın genel derdi mutluluksa, bunu engelleyen şeyin nedeninin dışarıda değil içeride olduğunu görüyorsun.

Mutluluk suni bir duygu. Küçük yanılsamalarla ortaya çıkar veya kaybolur. Mutlu muyum? Sorusunun cevabı anlık olarak değişebilir. O zaman bu bizim hayatta kalmamız için tutunmamız gereken doğru bil dal olamaz.

Yaşam amacını mutluluk olarak belirleyen bir insan için bunun yok olması doğrudan hayatın anlamsızlaşması demektir. Yeni anlam arayışına girecek güç ve kapasiteye de sahip değilse eğer kaybolması kaçınılmazdır. Buna göre insanın varoluş yapısında olan mutluluk duygusundan ziyade anlamlandırma ihtiyacıdır. Kim bilir belki duygularda bu nedenle isimlendirilmiştir? Düşünsenize duygusuz biri, insan gibi gelmez bazen. Halbuki o sadece hissettiklerine anlam veremiyordur. Ne hissettiğini anlamıyordur.   

İşte içimizdeki arketipler yani insanoğlunun varoluşuyla birlikte ortaya çıkmış olan içsel kahramanlar bizim duygu ve düşüncelerimizi anlamlandırmamızı sağlıyorlar. Dışarıdaki rollerden içerideki rollere transfer olunca yalnızlığa giden yolculuk da başlamış oluyor.

Bu güzel bir yolculuk. Bu yolda ben en çok masal dinlemeyi seviyorum. Şahmaranda ki Camsap gibi düştüğüm kuyunun içerisinde küçük bir akrep deliğini eşeleyince karşıma kocaman bir saray çıkabiliyor. İşte o zaman karanlık kuyulardan korkmuyorum. İçimdeki arketiplerin hepsini masallarda buluyorum ve böylelikle aynanın diğer tarafına geçebiliyorum.   

Bir yanıt yazın